Sözlükte ÅŸifa kelimesi deva bulma ve hastalıktan kurtulma anlamlarına gelmektedir. [1]Åžifa kelimesi mastar olup çoÄŸulu “eÅŸfiye”, nihai cemisi ise “eÅŸafi” ÅŸeklinde gelmektedir. Fiili, hastalığından kurtuldu anlamında “Åžefahullahu min marazihi” ÅŸeklinde gelmektedir. Birisi ÅŸifa talep ettiÄŸi zaman “isteÅŸfa fulanun”[2], birine ilaç verildiÄŸinde, ilaç yazıldığında ya da ÅŸifa temennisinde bulunulduÄŸunda ise “eÅŸfeytu fulanen” denilir[3].
Åžifa kelimesini sözlüklerde verilen deÄŸiÅŸik manalarına göre deÄŸerlendirdiÄŸimizde ÅŸu ÅŸeÂkilde bir tasnife tabi tutulabiliriz:
1- Hastalıktan kurtulma, deva bulma, iyi olma[4] anlamında kullanılır. Bu manaya benzer hastalıktan itidale dönme[5], hastayı saÄŸaltmak, Allah’a nispetle hastalıktan kurtarmak, afiyet vermek gibi anlamlara da gelmektedir[6].
2- Hastalık ve sıkıntı halinde kullanılacak ilaç ve deva anlamında kullanılır[7].
3- Bir ÅŸeyin kıyısı, kenarı ve sınırı gibi anlamlara da gelmektedir[8]. Bu anlamda Kur’an-ı Kerim’de “Åžefa hufretin minen-nar” ifadesi yer almaktadır: “Siz ateÅŸten bir çukurun kıyısında bulunuyordunuz da Allah sizi ondan kurtardı”[9].
4- Bir şeye hâkim olup ona galip olma anlamında kullanılır[10].
5- Kişinin kin güttüğü kimseden intikam alması anlamında kullanılır[11].
Åžifa kelimesi; etimolojik kökeni açısından muarreb bir kelime olmayıp Arapların öteden beri kullanageldikleri aslı arapça olan bir kelimedir.Kur’an’daki aslı arapça olmayan kelimeleri inceleyen Suyuti’nin (v.h.911) eserine ba¬kıldığında ÅŸifa kelimesi, yaklaşık 120 civarında tespit edilen Kur’an’daki yabancı kökenli kelimeler arasında belirtilmemektedir . Åžifa kavramı klasik lügat kaynaklarına bakıldığında ıstılahi bir kavram olarak tanımlanmamış olup, sözlüklerde kelimenin sadece lügat anlamı belirtilmiÅŸ, ıstılahi bir kavram olarak ele alınmamıştır. Ancak ÅŸifa kavramını, “Bedeni ve ruhi bir hastalığın son bulması, bir hastalıktan kurtulma, hastalığa neden olan etkenlerin ortadan kalkması” ÅŸeklinde tanımlamamız mümkündür.
1.1. KUR’AN’DA ŞİFA KELİMESİNİN YER ALDIÄžI AYETLER
Åžifa kavramı Kur’an’da tespit edebildiÄŸimiz kadarıyla altı ayette geçmektedir. Elimiz¬deki mushafın tertibine göre ayetlerin yer aldığı sureler ÅŸu ÅŸekilde sıralanmıştır:
Tevbe 9, Yunus 10, Nahl 16, İsra 17, Şuara 26 ve Fussilet 41.
Kur’an’daki ÅŸifa kelimelerinin kullanıldığı anlam ile ilgili bilgi verilecek olursa; iki yer¬de maddi anlamda (Nahl 16/69 ve Åžuara 26/80), iki yerde manevi anlamda (Yunus 10/57 ve Tevbe 9/14) ve iki yerde de mutlak anlamda (İsra 17/82 ve Fussilet 41/44) kullanıldığı söyle¬nebilir. Bu kelimeler cümledeki konumları açısından tahlil edildiÄŸinde bir yerde fail (Yunus 10/57), iki yerde muzari fiil (Tevbe 9/14 ve Åžuara 26/80) ve üç yerde haber olarak gelmiÅŸtir.
Åžifa kelimeleri isnadları bakımından incelendiÄŸinde ise iki yerde fiil Allah’a (Tevbe 9/14 ve Åžuara 26/80) üç yerde isim cümlesinin haberi olarak haber Kur’an’a (Yunus 10/57, İsra 17/82 ve Fussilet 41/44) ve bir yerde de yine aynı ÅŸekilde haber bala isnad edilmiÅŸtir
(Nahl 16/69) .
Burada ÅŸifa kelimesinin doÄŸrudan yer aldığını tespit edebildiÄŸimiz beÅŸ ayetle ilgili bazı müfessirlerin görüşlerini anlatmaya çalışacağız. Baldan bahseden ve içinde ÅŸifa kelimesinin geçtiÄŸi “Onda insanlar için ÅŸifa vardır”(Nahl 16/69) ayetini ise daha sonra ele alacağız.
1.1.1.1. Birinci Ayet
Kur’an’ ın insanların ruhi yapılarında meydana gelen manevi sıkıntılarına ÅŸifa olmasıyla ilgili Tevbe suresinin 14. ayetinde şöyle bir ifade yer almaktadır:
“Onlarla savaşın ki Allah, böylece sizin elinizle onları cezalandırsın, rezil etsin ve sizi onlara karşı üstün getirerek müminlerin gönüllerine ÅŸifa versin, kalplerindeki öfkeyi gider¬sin”
Bu ayetin nüzul sebebi Muhammed b. Ahmed el Kurtubi(v.m. 1277)’nin tefsirinde geç¬tiÄŸine göre şöyledir: “Yüce Allah’ın; ‘Mümin bir topluluÄŸun gönüllerine ÅŸifa versin’ buyru¬ğu ile kastedilenler HuzaaoÄŸullarıdır. Çünkü KureyÅŸliler Huzaalılara karşı BekroÄŸullarına yardımcı olmuÅŸtu. Huzaalılar ise Hudeybiye AntlaÅŸmasında Peygamber (s.a.v)’in tarafındayer almışlardı. BekroÄŸullarına mensup birisi Resulullah (s.a.v)’ı hicveden bir ÅŸiir söylemiÅŸti. Bunun üzerine Huzaalılardan biri de ona: “EÄŸer bu ÅŸiiri bir daha okursan senin aÄŸzını kırarım” demiÅŸti. BekroÄŸullarına mensup kiÅŸi bu ÅŸiiri bir daha okuyunca Huzaalı gerçekten aÄŸzını kırdı ve aralarında çarpışma baÅŸ gösterdi. Huzaalılardan bazıları öldürüldüler. Bunun üzerine Huzaalı Amr b. Salim, birkaç kiÅŸiyle birlikte Peygamber (s.a.v)’in huzuruna çıktı ve O’na durumu arz etti. Hz. Peygamber: “EÄŸer Ka’b oÄŸullarına (ki bunlar Amr b. Salim’in kavmi olan Huzaalıların bir koludur) yardım etmeyecek olursam, yardım görmeyeyim” buyurdu. Daha sonra Resulullah (s.a.v) gerekli hazırlıkların yapılmasını ve Mekke’ye çıkılmasını em¬retti, bunun sonucunda da Mekke fethedildi” . Dolayısıyla Allah Teala, BekroÄŸullarının yap¬tıkları bu ÅŸeylere karşılık Huzaalıların kalplerine ÅŸifa verdi. Malumdur ki, düşmanından uzun bir süre eziyet çeken bir kimseye Allah, onun düşmanına karşı kendisine güç-kuvvet verince, onun bundan duyduÄŸu şükür ve ferahlık çok büyük olur. Bu, onun kalbinin kuvvetlenmesine ve azminin artmasına bir sebep teÅŸkil eder .
Mahmud b. Ömer ez-ZemahÅŸeri(v.m.1144)’nin tefsirinde geçtiÄŸine göre: “Bu ayette Al¬lah, müminlerin kalbini sabit kılmak için onların eliyle öldürülmek suretiyle kâfirlere azap verileceÄŸi, esir almak suretiyle rezil edilecekleri ve kâfirlere karşı müminlere yardım edip onları galip kılacağı ve müminlerden bir grubun gönlüne ÅŸifa vereceÄŸi sözünü vermiÅŸtir. Hz. Peygamberin, zor durumda olan Huzaa kabilesini, yakında sıkıntılarının giderileceÄŸi hususun¬da müjdelemesi, O’nun doÄŸruluÄŸuna ve peygamberliÄŸinin sıhhatine bir delildir” . Ayrıca Yüce Allah onlara verdiÄŸi bütün sözleri yerine getirmiÅŸtir. Hz.Peygamberin (s.a.v.) de bunu, gerçekleÅŸmeden önce haber vermesi bir mucizedir .
Kurtubi’ye göre: “Buradaki ÅŸifanın tahakkuku, müminlerin müşriklerle savaÅŸmalarına baÄŸlanmıştır. ‘Onlarla savaşın’ buyruÄŸu bir emirdir ‘ki Allah onları cezalandırsın’ buyruÄŸu da onun cevabıdır. İfadenin takdiri şöyledir: EÄŸer onlarla savaşırsanız Allah ellerinizle onları cezalandırır, onları rezil eder. Size; onlara karşı zafer verir ve mümin bir topluluÄŸun gönülle¬rine de ÅŸifa verir” .
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır(v.m.1942)’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde geçtiÄŸine göre: “Savaşın esas gayesi, Allah’ın yardım ve rızasını kazanmaktır. Bu da gönül-lerdeki kin ve öfke ateÅŸini silecek, gönüllere huzur ve ÅŸifa getirecek nihai bir hedefi gerçekleş¬tirmiÅŸ olur. Zira elde edilecek öyle zaferler olur ki, galiplerin başına daha büyük dertler açar. Galip tarafın gönlünü okÅŸayacak öyle geçici baÅŸarılar olur ki, daha büyük kin ve öfkeler saçar. İşte iÅŸin başında düşmanı cezalandırma ve periÅŸan etme gibi iki sebep, sonunda da gönülleri huzura kavuÅŸturma ve öfkelerden arındırma gibi yine iki faide ile dengelenmiÅŸ bulunan bu formül, tam ortasında ve iÅŸin merkezinde de ilahi yardımın yer almasıyla esas savaşın amacı¬nın bu iman ve bu maksat üzerine kurulu olmasını gerekli kılar”30.
Seyyid Mahmud Åžihabuddin Alusi(v.m.1854)’ye göre: “Ayette geçen ‘Kalplerindeki öfkeyi gidersin’ ifadesine gelince; kâfirlerden kendilerine dokunan ve savmaya güç yetireme-dikleri eziyetleri gidermek suretiyle öfkeyi gidermek gönüllerin ÅŸifasıyla aynı ÅŸey deÄŸildir. Çünkü ÅŸifa; düşmanları öldürmekle ve onları rezil etmekle olur. Öfkenin giderilmesi ise bütün müminlere yardımla olur. Bir baÅŸka görüşe göre; öfkeyi gidermek, gönüllerin ÅŸifasını pekiş¬tirmek gibidir”31.
Abdulkerim b. Hevazin el-KuÅŸeyri(v.m.1072)’ye göre: “Müminlerin gönüllerinin ÅŸifası derece ve makam bakımından farklılık arz eder. Onlardan kiminin gönlünün ÅŸifası düşmanın kahrolmasındadır, kimininki ümit ettiÄŸi ÅŸeye ulaÅŸmasındadır, kimininki sevdiÄŸine kavuÅŸma-sındadır, kimininki de ma’buduyla bütünleÅŸmesi ve O’nunla beraber olmasındadır”32.
Sözlükte ÅŸifa kelimesi deva bulma ve hastalıktan kurtulma anlamlarına gelmektedir. [1]Åžifa kelimesi mastar olup çoÄŸulu “eÅŸfiye”, nihai cemisi ise “eÅŸafi” ÅŸeklinde gelmektedir. Fiili, hastalığından kurtuldu anlamında “Åžefahullahu min marazihi” ÅŸeklinde gelmektedir. Birisi ÅŸifa talep ettiÄŸi zaman “isteÅŸfa fulanun”[2], birine ilaç verildiÄŸinde, ilaç yazıldığında ya da ÅŸifa temennisinde bulunulduÄŸunda ise “eÅŸfeytu fulanen” denilir[3].
Åžifa kelimesini sözlüklerde verilen deÄŸiÅŸik manalarına göre deÄŸerlendirdiÄŸimizde ÅŸu ÅŸeÂkilde bir tasnife tabi tutulabiliriz:
1- Hastalıktan kurtulma, deva bulma, iyi olma[4] anlamında kullanılır. Bu manaya benzer hastalıktan itidale dönme[5], hastayı saÄŸaltmak, Allah’a nispetle hastalıktan kurtarmak, afiyet vermek gibi anlamlara da gelmektedir[6].
2- Hastalık ve sıkıntı halinde kullanılacak ilaç ve deva anlamında kullanılır[7].
3- Bir ÅŸeyin kıyısı, kenarı ve sınırı gibi anlamlara da gelmektedir[8]. Bu anlamda Kur’an-ı Kerim’de “Åžefa hufretin minen-nar” ifadesi yer almaktadır: “Siz ateÅŸten bir çukurun kıyısında bulunuyordunuz da Allah sizi ondan kurtardı”[9].
4- Bir şeye hâkim olup ona galip olma anlamında kullanılır[10].
5- Kişinin kin güttüğü kimseden intikam alması anlamında kullanılır[11].
Åžifa kelimesi; etimolojik kökeni açısından muarreb bir kelime olmayıp Arapların öteden beri kullanageldikleri aslı arapça olan bir kelimedir.Kur’an’daki aslı arapça olmayan kelimeleri inceleyen Suyuti’nin (v.h.911) eserine ba¬kıldığında ÅŸifa kelimesi, yaklaşık 120 civarında tespit edilen Kur’an’daki yabancı kökenli kelimeler arasında belirtilmemektedir . Åžifa kavramı klasik lügat kaynaklarına bakıldığında ıstılahi bir kavram olarak tanımlanmamış olup, sözlüklerde kelimenin sadece lügat anlamı belirtilmiÅŸ, ıstılahi bir kavram olarak ele alınmamıştır. Ancak ÅŸifa kavramını, “Bedeni ve ruhi bir hastalığın son bulması, bir hastalıktan kurtulma, hastalığa neden olan etkenlerin ortadan kalkması” ÅŸeklinde tanımlamamız mümkündür.
1.1. KUR’AN’DA ŞİFA KELİMESİNİN YER ALDIÄžI AYETLER
Åžifa kavramı Kur’an’da tespit edebildiÄŸimiz kadarıyla altı ayette geçmektedir. Elimiz¬deki mushafın tertibine göre ayetlerin yer aldığı sureler ÅŸu ÅŸekilde sıralanmıştır:
Tevbe 9, Yunus 10, Nahl 16, İsra 17, Şuara 26 ve Fussilet 41.
Kur’an’daki ÅŸifa kelimelerinin kullanıldığı anlam ile ilgili bilgi verilecek olursa; iki yer¬de maddi anlamda (Nahl 16/69 ve Åžuara 26/80), iki yerde manevi anlamda (Yunus 10/57 ve Tevbe 9/14) ve iki yerde de mutlak anlamda (İsra 17/82 ve Fussilet 41/44) kullanıldığı söyle¬nebilir. Bu kelimeler cümledeki konumları açısından tahlil edildiÄŸinde bir yerde fail (Yunus 10/57), iki yerde muzari fiil (Tevbe 9/14 ve Åžuara 26/80) ve üç yerde haber olarak gelmiÅŸtir.
Åžifa kelimeleri isnadları bakımından incelendiÄŸinde ise iki yerde fiil Allah’a (Tevbe 9/14 ve Åžuara 26/80) üç yerde isim cümlesinin haberi olarak haber Kur’an’a (Yunus 10/57, İsra 17/82 ve Fussilet 41/44) ve bir yerde de yine aynı ÅŸekilde haber bala isnad edilmiÅŸtir
(Nahl 16/69) .
Burada ÅŸifa kelimesinin doÄŸrudan yer aldığını tespit edebildiÄŸimiz beÅŸ ayetle ilgili bazı müfessirlerin görüşlerini anlatmaya çalışacağız. Baldan bahseden ve içinde ÅŸifa kelimesinin geçtiÄŸi “Onda insanlar için ÅŸifa vardır”(Nahl 16/69) ayetini ise daha sonra ele alacağız.
1.1.1.1. Birinci Ayet
Kur’an’ ın insanların ruhi yapılarında meydana gelen manevi sıkıntılarına ÅŸifa olmasıyla ilgili Tevbe suresinin 14. ayetinde şöyle bir ifade yer almaktadır:
“Onlarla savaşın ki Allah, böylece sizin elinizle onları cezalandırsın, rezil etsin ve sizi onlara karşı üstün getirerek müminlerin gönüllerine ÅŸifa versin, kalplerindeki öfkeyi gider¬sin”
Bu ayetin nüzul sebebi Muhammed b. Ahmed el Kurtubi(v.m. 1277)’nin tefsirinde geç¬tiÄŸine göre şöyledir: “Yüce Allah’ın; ‘Mümin bir topluluÄŸun gönüllerine ÅŸifa versin’ buyru¬ğu ile kastedilenler HuzaaoÄŸullarıdır. Çünkü KureyÅŸliler Huzaalılara karşı BekroÄŸullarına yardımcı olmuÅŸtu. Huzaalılar ise Hudeybiye AntlaÅŸmasında Peygamber (s.a.v)’in tarafındayer almışlardı. BekroÄŸullarına mensup birisi Resulullah (s.a.v)’ı hicveden bir ÅŸiir söylemiÅŸti. Bunun üzerine Huzaalılardan biri de ona: “EÄŸer bu ÅŸiiri bir daha okursan senin aÄŸzını kırarım” demiÅŸti. BekroÄŸullarına mensup kiÅŸi bu ÅŸiiri bir daha okuyunca Huzaalı gerçekten aÄŸzını kırdı ve aralarında çarpışma baÅŸ gösterdi. Huzaalılardan bazıları öldürüldüler. Bunun üzerine Huzaalı Amr b. Salim, birkaç kiÅŸiyle birlikte Peygamber (s.a.v)’in huzuruna çıktı ve O’na durumu arz etti. Hz. Peygamber: “EÄŸer Ka’b oÄŸullarına (ki bunlar Amr b. Salim’in kavmi olan Huzaalıların bir koludur) yardım etmeyecek olursam, yardım görmeyeyim” buyurdu. Daha sonra Resulullah (s.a.v) gerekli hazırlıkların yapılmasını ve Mekke’ye çıkılmasını em¬retti, bunun sonucunda da Mekke fethedildi” . Dolayısıyla Allah Teala, BekroÄŸullarının yap¬tıkları bu ÅŸeylere karşılık Huzaalıların kalplerine ÅŸifa verdi. Malumdur ki, düşmanından uzun bir süre eziyet çeken bir kimseye Allah, onun düşmanına karşı kendisine güç-kuvvet verince, onun bundan duyduÄŸu şükür ve ferahlık çok büyük olur. Bu, onun kalbinin kuvvetlenmesine ve azminin artmasına bir sebep teÅŸkil eder .
Mahmud b. Ömer ez-ZemahÅŸeri(v.m.1144)’nin tefsirinde geçtiÄŸine göre: “Bu ayette Al¬lah, müminlerin kalbini sabit kılmak için onların eliyle öldürülmek suretiyle kâfirlere azap verileceÄŸi, esir almak suretiyle rezil edilecekleri ve kâfirlere karşı müminlere yardım edip onları galip kılacağı ve müminlerden bir grubun gönlüne ÅŸifa vereceÄŸi sözünü vermiÅŸtir. Hz. Peygamberin, zor durumda olan Huzaa kabilesini, yakında sıkıntılarının giderileceÄŸi hususun¬da müjdelemesi, O’nun doÄŸruluÄŸuna ve peygamberliÄŸinin sıhhatine bir delildir” . Ayrıca Yüce Allah onlara verdiÄŸi bütün sözleri yerine getirmiÅŸtir. Hz.Peygamberin (s.a.v.) de bunu, gerçekleÅŸmeden önce haber vermesi bir mucizedir .
Kurtubi’ye göre: “Buradaki ÅŸifanın tahakkuku, müminlerin müşriklerle savaÅŸmalarına baÄŸlanmıştır. ‘Onlarla savaşın’ buyruÄŸu bir emirdir ‘ki Allah onları cezalandırsın’ buyruÄŸu da onun cevabıdır. İfadenin takdiri şöyledir: EÄŸer onlarla savaşırsanız Allah ellerinizle onları cezalandırır, onları rezil eder. Size; onlara karşı zafer verir ve mümin bir topluluÄŸun gönülle¬rine de ÅŸifa verir” .
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır(v.m.1942)’ın Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde geçtiÄŸine göre: “Savaşın esas gayesi, Allah’ın yardım ve rızasını kazanmaktır. Bu da gönül-lerdeki kin ve öfke ateÅŸini silecek, gönüllere huzur ve ÅŸifa getirecek nihai bir hedefi gerçekleş¬tirmiÅŸ olur. Zira elde edilecek öyle zaferler olur ki, galiplerin başına daha büyük dertler açar. Galip tarafın gönlünü okÅŸayacak öyle geçici baÅŸarılar olur ki, daha büyük kin ve öfkeler saçar. İşte iÅŸin başında düşmanı cezalandırma ve periÅŸan etme gibi iki sebep, sonunda da gönülleri huzura kavuÅŸturma ve öfkelerden arındırma gibi yine iki faide ile dengelenmiÅŸ bulunan bu formül, tam ortasında ve iÅŸin merkezinde de ilahi yardımın yer almasıyla esas savaşın amacı¬nın bu iman ve bu maksat üzerine kurulu olmasını gerekli kılar”30.
Seyyid Mahmud Åžihabuddin Alusi(v.m.1854)’ye göre: “Ayette geçen ‘Kalplerindeki öfkeyi gidersin’ ifadesine gelince; kâfirlerden kendilerine dokunan ve savmaya güç yetireme-dikleri eziyetleri gidermek suretiyle öfkeyi gidermek gönüllerin ÅŸifasıyla aynı ÅŸey deÄŸildir. Çünkü ÅŸifa; düşmanları öldürmekle ve onları rezil etmekle olur. Öfkenin giderilmesi ise bütün müminlere yardımla olur. Bir baÅŸka görüşe göre; öfkeyi gidermek, gönüllerin ÅŸifasını pekiş¬tirmek gibidir”31.
Abdulkerim b. Hevazin el-KuÅŸeyri(v.m.1072)’ye göre: “Müminlerin gönüllerinin ÅŸifası derece ve makam bakımından farklılık arz eder. Onlardan kiminin gönlünün ÅŸifası düşmanın kahrolmasındadır, kimininki ümit ettiÄŸi ÅŸeye ulaÅŸmasındadır, kimininki sevdiÄŸine kavuÅŸma-sındadır, kimininki de ma’buduyla bütünleÅŸmesi ve O’nunla beraber olmasındadır”32.