Firuze Taşı , NiÅŸabur’dan çıkarılan açık maviden yeÅŸilimsiye kadar deÄŸiÅŸen renklerde, deÄŸerli bir süs taşıdır. En deÄŸerli olanı, gök mavisi renktedir. Kelimenin Farsçası “pîrûze”, Arapçası “bîrûzec”dir. Pîrûz, uÄŸurlu, kutlu, hayırlı manasına gelir. Acemler tarafından firuzenin uÄŸurlu sayılma ihtimaliyle bu isim verilmiÅŸ olabilir. Firuze, turkuvaz, turkuvaz olarak da bilinir. İran’dan Fransa’ya Türkiye üzerinden ihraç edildiÄŸi için Fransızca’da “Türk” anlamına gelen “pierre turquois” kelimesiyle anıldığı görüşü yaygındır229. Divanü Lûgat-it-Türk’te ve Sultan Veled’in Türkçe ÅŸiirlerinde firûze yerine “çeÅŸ”, “çeç” ve kafiye nedeniyle “çaç” kelimeleriyle karşılaşıldığı, bu taşı üzerinde taşıyan kiÅŸiyi düşmanın yenemeyeceÄŸi inancından dolayı da “hacerü’l-galebe” ve “hacerü’l-câh” adının verildiÄŸi kaynaklar arasında yer alır230.
Klasik Türk Åžiiri’nde firuze, renginden dolayı göz231, deniz, felek, gökyüzü için kullanılır:
Gün-be-gün olsun ziyâde ‘ömri tâ her subh ide
Mesned-i pîrûze-i çarha şeh-i hâver cülûs (Fehîm/Üzgör, 1991: 294)
Yâkûta döne günbed-i fîrûze-i eflâk
Çıksaydı eger sînedeki âteş-i âhum (Hâletî/Kaya, 2003: 241)
Hokka-i fîrûze-i gerdûna bakmazsam n’ola
Girmemişdür ana hiç dârû-yı dermânum benüm (Hâletî/Kaya, 2003: 244)
Renk benzerliğinden dolayı ağaç yaprakları ve çimenle ilişki kurulur, sevgilinin ayva tüylerine benzetilir232:
Alup berâde-i elmâsı çerh hakkâki
Konuyla ilgili olarak bk. Büyük Laroussu Sözlük ve Ansiklopedisi, “Türkuvaz”, C. 23, s. 11886; Ana Britannica, “Turkuvaz”, C. 30, s. 269; Rehber Ansiklopedisi, “Turkuaz”, C. 17, s. 32-33. Kutlar, age, s. 30-32.
Mavi gözlü biri için çeÅŸm-i fîrûze tamlamasının kullanılmasıyla ilgili olarak bk. Pakalın, 1983: 631-632. Firuzenin sevgilinin ayva tüyüne benzetilmesiyle ilgili olarak Ahmet PaÅŸa’nın “Lûtf bahrinde ne sözün gibi gevher buluna / Hüsn kânında ne hattın gibi pîrûze gele” (Pala, 2007: 256) beyiti örnek verilebilir. AÄŸaç yaprağı-çemen-firuze iliÅŸkisi için bk. (Pala, 2007: 158; Kutlar, 2005: 30-32).
Döküldi hurde-i pîrûzesi çemen-zârun (Hâletî/Kaya, 2003: 212)
Edebiyatımızda “fîrûze-deryâ (mavi deniz, mec. gök), fîrûze-fâm (mavi, renkli, gök renkli), fîrûze-gâh (gökyüzü, semâ), fîrûze-gûn (firuze renkli), fîrûze-reng (gök mavisi), fîrûze-rivâk (gökyüzü)”233 gibi isim ve sıfatlarla sıkça karşılaşılır. Fîrûzende ise meÅŸhur bir lâle çeÅŸididir234. Ayrıca fîrûze-taht, cennetin mavi çatısı, gök manasını taşır235. Firuzeden yapılmış kadehler, tabaklar236, kaseler, tespihler, yüzük kaÅŸları, taçlar, firuze kakmalı silahlar oldukça meÅŸhurdur:
Gonca mıdır sebz-gûn berk içre yâ almış ele
Bâde-i surh ile pür bir sâgar-ı pîrûze gül (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 315)
BaÅŸka bir rif’at dahı bulurdı gerdûn itse
Hâtem-i pîrûzesinde nâmını nakş-ı nigîn (Hâletî/Kaya, 2003: 195)
Firuzeden çadırlar, tahtlar, saraylar beyitleri süslemektedir: Az zamân içre o fîrûze serây-ı âlî
Oldu mi’mârî-i lutfunla nigârende-i Çîn (Nâilî/İpekten, 1990: 75)
Felek fîrûzeden bir taht-ı âlî kurdu şâhâne
Ana bir ak dîbâ perde çekdi subh-ı nûrânî (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 81)
Tâ ola bu hayme-i pîrûze reng-i zer-nigâr
Arsa-i âlemde ber-pâ bî-sütûn u bî-tınâb (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 236) Gedâ şâhâne iÅŸret edicek demdir ki olmuÅŸdur
Zemîn evreng-i pîrûze zamân eyyâm-ı pîrûzı (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 345)
Firuze Taşı , NiÅŸabur’dan çıkarılan açık maviden yeÅŸilimsiye kadar deÄŸiÅŸen renklerde, deÄŸerli bir süs taşıdır. En deÄŸerli olanı, gök mavisi renktedir. Kelimenin Farsçası “pîrûze”, Arapçası “bîrûzec”dir. Pîrûz, uÄŸurlu, kutlu, hayırlı manasına gelir. Acemler tarafından firuzenin uÄŸurlu sayılma ihtimaliyle bu isim verilmiÅŸ olabilir. Firuze, turkuvaz, turkuvaz olarak da bilinir. İran’dan Fransa’ya Türkiye üzerinden ihraç edildiÄŸi için Fransızca’da “Türk” anlamına gelen “pierre turquois” kelimesiyle anıldığı görüşü yaygındır229. Divanü Lûgat-it-Türk’te ve Sultan Veled’in Türkçe ÅŸiirlerinde firûze yerine “çeÅŸ”, “çeç” ve kafiye nedeniyle “çaç” kelimeleriyle karşılaşıldığı, bu taşı üzerinde taşıyan kiÅŸiyi düşmanın yenemeyeceÄŸi inancından dolayı da “hacerü’l-galebe” ve “hacerü’l-câh” adının verildiÄŸi kaynaklar arasında yer alır230.
Klasik Türk Åžiiri’nde firuze, renginden dolayı göz231, deniz, felek, gökyüzü için kullanılır:
Gün-be-gün olsun ziyâde ‘ömri tâ her subh ide
Mesned-i pîrûze-i çarha şeh-i hâver cülûs (Fehîm/Üzgör, 1991: 294)
Yâkûta döne günbed-i fîrûze-i eflâk
Çıksaydı eger sînedeki âteş-i âhum (Hâletî/Kaya, 2003: 241)
Hokka-i fîrûze-i gerdûna bakmazsam n’ola
Girmemişdür ana hiç dârû-yı dermânum benüm (Hâletî/Kaya, 2003: 244)
Renk benzerliğinden dolayı ağaç yaprakları ve çimenle ilişki kurulur, sevgilinin ayva tüylerine benzetilir232:
Alup berâde-i elmâsı çerh hakkâki
Konuyla ilgili olarak bk. Büyük Laroussu Sözlük ve Ansiklopedisi, “Türkuvaz”, C. 23, s. 11886; Ana Britannica, “Turkuvaz”, C. 30, s. 269; Rehber Ansiklopedisi, “Turkuaz”, C. 17, s. 32-33. Kutlar, age, s. 30-32.
Mavi gözlü biri için çeÅŸm-i fîrûze tamlamasının kullanılmasıyla ilgili olarak bk. Pakalın, 1983: 631-632. Firuzenin sevgilinin ayva tüyüne benzetilmesiyle ilgili olarak Ahmet PaÅŸa’nın “Lûtf bahrinde ne sözün gibi gevher buluna / Hüsn kânında ne hattın gibi pîrûze gele” (Pala, 2007: 256) beyiti örnek verilebilir. AÄŸaç yaprağı-çemen-firuze iliÅŸkisi için bk. (Pala, 2007: 158; Kutlar, 2005: 30-32).
Döküldi hurde-i pîrûzesi çemen-zârun (Hâletî/Kaya, 2003: 212)
Edebiyatımızda “fîrûze-deryâ (mavi deniz, mec. gök), fîrûze-fâm (mavi, renkli, gök renkli), fîrûze-gâh (gökyüzü, semâ), fîrûze-gûn (firuze renkli), fîrûze-reng (gök mavisi), fîrûze-rivâk (gökyüzü)”233 gibi isim ve sıfatlarla sıkça karşılaşılır. Fîrûzende ise meÅŸhur bir lâle çeÅŸididir234. Ayrıca fîrûze-taht, cennetin mavi çatısı, gök manasını taşır235. Firuzeden yapılmış kadehler, tabaklar236, kaseler, tespihler, yüzük kaÅŸları, taçlar, firuze kakmalı silahlar oldukça meÅŸhurdur:
Gonca mıdır sebz-gûn berk içre yâ almış ele
Bâde-i surh ile pür bir sâgar-ı pîrûze gül (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 315)
BaÅŸka bir rif’at dahı bulurdı gerdûn itse
Hâtem-i pîrûzesinde nâmını nakş-ı nigîn (Hâletî/Kaya, 2003: 195)
Firuzeden çadırlar, tahtlar, saraylar beyitleri süslemektedir: Az zamân içre o fîrûze serây-ı âlî
Oldu mi’mârî-i lutfunla nigârende-i Çîn (Nâilî/İpekten, 1990: 75)
Felek fîrûzeden bir taht-ı âlî kurdu şâhâne
Ana bir ak dîbâ perde çekdi subh-ı nûrânî (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 81)
Tâ ola bu hayme-i pîrûze reng-i zer-nigâr
Arsa-i âlemde ber-pâ bî-sütûn u bî-tınâb (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 236) Gedâ şâhâne iÅŸret edicek demdir ki olmuÅŸdur
Zemîn evreng-i pîrûze zamân eyyâm-ı pîrûzı (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 345)