İnci, Arapçada dürr, lü’lü, leâlî; Farsçada incû, mürvârîd ismini alır. DeÄŸerli taÅŸlar arasında yer alan ve “deniz cevherlerinin en yücesi, en deÄŸerlisi ve kıymetlisi”56 olarak nitelendirilen bu taÅŸ, parlaklığı, güzelliÄŸi, beyazlığı, yuvarlak ve ÅŸeffaf oluÅŸuyla, Klasik Türk Åžiiri’nde nazmı güzelleÅŸtiren, ÅŸairin ÅŸiirini, aşığın gözyaşını, sevgilinin diÅŸini ve terini, vuslatı, yaÄŸmur tanelerini temsil eden bir unsurdur.
İnci, edebiyatımızda “dürr-i Aden (Aden incisi), dürr-i düzdîde (çalınmış inci), dürr-i girân-mâye (kıymetli iri inci), dürr-i güftâr (söz incisi), dürr-i hoÅŸ-âb (iyi inci), dürr-i ıstıfâ (seçilmiÅŸ inci, seçkinlik incisi, mec. “Hz. Muhammed”), dürr-i meknûn (muhafazalı parlak inci), dürr-i nâb (parlak, beyaz inci), dürr-i nâzım (dizilmiÅŸ inci), dürr-i nâ-süfte (delinmemiÅŸ inci, mec. kız), dürr-i nefîd (dizi inci, inci dizisi), dürr-i sadef-nişîn (sadefinden çıkmamış inci), dürr-i semîn (kıymetli inci), dürr-i sirâb (iri inci), dürr-i ÅŸah-vâr, -ÅŸeh-vâr
(padişaha lâyık, iri inci), dürr-i yegâne (eşi bulunmayan, tek inci), dürr-i yek-dâne (iri tâneli inci), dürr-i yektâ (eşsiz inci), dürr-i yetîm (sadefinde tek olarak çıkan iri, büyük inci, mec. Hz. Muhammed), dürr-çîn (inci
57
toplayan), dürr-efşân (inci serpen, inci gibi söz söyleyen ağız)” ÅŸeklinde kullanılır.
Lü’lü içinse, “lü’lü-i lâlâ (parlak inci), lü’lü-i meknûn (midyenin kabuÄŸunun içinde saklı bulunan inci), lü’lü-i münazzad (inci dizisi, inci kolye, mec. düzgün diÅŸler), lü’lü-i ÅŸehvâr (iri inci), lü’lü-bâr (inci yaÄŸdıran, inci yaÄŸmuru), lü’lü-feşân (inci saçıcı, inci
58
saçan), lü’lü-pâş (inci saçıcı, inci saçan)” gibi tamlamalar sıkça karşımıza çıkar. Ayrıca lü’lü-yı müdevver (yuvarlak inci) bir çeÅŸit zehrin adıdır59.
Kâşânî, age, s. 243-244. Devellioğlu, age, s. 194, 195, 196. Devellioğlu, age, s. 555.
Pala, age, s. 292.
Bunların dışında “âb-ı mürvârîd (inci suyu), azrâ (delinmemiÅŸ inci), cümân (iri inci), cümâne (tek inci), deryâ-yı hâmile (mec. inci çıkarılan deniz), dürr-i direfşân (parlayan inci, mec. diÅŸ), dürc-i dür (inci kutusu), dür-dâne (inci tanesi), dürer (büyük inci taneleri), dürer-bâr (inci yaÄŸdıran, inci gibi söz söyleyen), dürrât (büyük inci taneleri), dürre (büyük inci tanesi), dürrî, dürriyye (inci gibi parlayan), ferîd-ül-asr, ferîd-üz-zemân (dizilmiÅŸ inci, çok deÄŸerli inci), halka-i dürr (inci halkası), harâid, harîd, harîde
(delinmemiÅŸ inci), insikab-ı lü’lü (incinin delinmesi), kilk-i dürr-efşân (inci saçan kalem), lâ’l-dürr-efşân (inci saçan, arasından inci gibi diÅŸler görünen dudak), miyâne (gerdanlığın ortasındaki büyük inci), lü’lü-i musakkab (delinmiÅŸ, delik inci), dürr-nisâr (inci serpen, saçan), silk-i leâlî (inci dizisi), şâh-dâne (iri inci tanesi), şâh-vâr (iri ve iyi cins inci), ÅŸezerât, ÅŸezr, ÅŸezre, şüzûr (süs olarak kullanılan inci ve altın taneleri), tesakkub-ı lü’lü (incinin delinmesi), yetîmet-üd-dehr (emsalsiz inci)”60 ÅŸeklindeki kullanımlar da edebiyatımızda görülür.
İnci, ılık denizlerde olduğu için aşığın gözyaşına teşbih edilir. Klasik Şiirde âşık, sevgiliye olan aşkını gözünden akıttığı inci gibi yaşlarla ifade eder. Bunun sonucunda göz inci dolu bir etek olup sevgili için yollara inci saçar61:
Merdüm-i çeşmüm reh-i dil-dâra îsâr itdügi
Dâne-i eşküm mi inciler midür bilmem nedür (Mezâkî/Mermer, 1991: 338) Dîde âbisten-i sad-dürr-i yetîm olmış idi
Açmadın dahi dehen ebr-i güher-bâra sadef (Mezâkî/Mermer, 1991: 428) Degüldür katre katre hûn-ı dil silk-i sirişkümde
O mercân dânelerdür sübha-i dürr-i semîn üzre (Mezâkî/Mermer, 1991: 519) Arûs-ı mâtemine dîdeden nisâr edelim
Dizip tabakçe-i yâkûta la’l ü mürvârid (Nâilî/İpekten, 1990: 45)
Gözümde perdeler içre tabak tabak dürler
Hemîşe şâh-ı hayâline peş-keş tutılur (Nehcî/Koç, 2003: 165)
Katre katre dökilenler dür midür bârân mıdur
Zerre zerre görinenler hat mıdur reyhân mıdur (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 68) Seyr-i dendân-ı dil ârâmı edip eşke düşen
Bahr-i âlemde olur mı dürr-i ÅŸeh-vâra harîs (Remzî/Güven, 2005: 143) Dür-i eÅŸk-i yetîm-âsâ olursam n’ola bî-raÄŸbet
Düşürdi hâke dehr-i bî-basîret ‘ayn-ı ‘izzetden (Fehîm/Üzgör, 1991: 188) Dil zevrak-ı bahr-ı ‘aÅŸk olaldan
DevellioÄŸlu, age, s. 2, 59,147, 177, 188, 194, 195, 260, 319, 327, 331, 441, 520, 541, 654, 686, 840, 953, 975, 976, 996, 1006, 1088, 1161. Pala, age, s. 105.
Çeşmüm sadef-i dür-i sebeldür (Fehîm/Üzgör, 1991: 226)
Arûs-ı medhini tezyîn içün ol genc-i gevherden
Çıkardım silke dizdim bir tabak lü’lü-yı menşûrı (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993:163)
Muktezâ-yı hüsnidür bî-dilleri zâr itdügi Fart-ı nâzındandur ehl-i derdi âzâr itdügi Gamze-i ÅŸemşîrdür ‘uşşâka der-kâr itdügi Merdüm-i çeÅŸmüm reh-i dildâra îsâr itdügi
Dâne-i encüm mi incûlar mıdur bilmem nedür (Sâbit/Karacan, 1991: 315)
Gönül, sevgilinin aşkını derûnunda saklayan bir sadef, onun hasretiyle gözden yaşlar akıtan bir incidir:
Hem güherdür hem sadef hem bahr-i sâfîdür gönül
Ger misâl-i ‘ışk ise maksûd-ı kâfîdür gönül (Mezâkî/Mermer, 1991: 450)
Kalem destimde miftâh-ı der-i gencîne-i dildür
Ne dil kim dâmen-i evsâfuna dürler nisâr eyler (Mezâkî/Mermer, 1991: 191) Bu perverişle Mezâkî sadefçe-i dilde
Le’âl-i nazm-ı terün dürr-i şâh-vâra döner (Mezâkî/Mermer, 1991: 368) Dil-i mecrûh olalı ol dür-i ÅŸehvâra sadef
Reşg eder eşkime dür çeşm-i dürer-bâra sadef (Nâilî/İpekten, 1990: 237)
Sevgilinin dişi, beyazlığı ve büyüklüğüyle inciye teşbih edilir: Aşkının bahrına ey dendânı dürr-i bî-bahâ
Benden özge âşinâlık etmesin bir kimse hâ (Remzî/Güven, 2005: 23) Âşinâ-yı bahr-ı aşk oldum şinâverlik işim
Bir sadefveÅŸ la’lin içre dürr-i dendânın görüp (Remzî/Güven, 2005: 33) Ummân egerçi öykünür ey lü’lü diÅŸli yâr
Mânend-i eşk-i dîde-i giryân olur mu hiç (Remzî/Güven, 2005: 60)
Gördü ol dendânı dürr kim gark eder ekşim beni
Dedi Allah kurtara deryâya düşmüş derd-mend (Remzî/Güven, 2005: 82)
Âşinâlar söylesin dendânına reşk etmesin
Lücce-i ummandan ey dil lü’lü-i la’la beyâz (Remzî/Güven, 2005: 151) Gözlerim yaşıdurur bu heft deryâdan garaz
La’linin dendânıdır bu dürr-i yektâdan garaz (Remzî/Güven, 2005: 158)
Söyle ey ummân-ı aşkın âşinâsı lutf edip
Dil-berin dendânına öykünmesin dürr-i semîn (Remzî/Güven, 2005: 293) Âşinâ olanlara aşkı anın deryâdurur
Bir sadeftir la’l-i nâbı diÅŸleri dürr-i yetîm (Remzî/Güven, 2005: 227) La’l-i leb-i dil-dâr ile dürr diÅŸlerini gör
Hokka düre dürr hokka-i mercâna münâsib (Mezâkî/Mermer, 1991: 296) Mezâkî ol mehün vasf-ı dür-i dendânı olmakla
Bu nazmun şöhret-i ‘ıkd-ı Süreyyâyı unutdurdı (Mezâkî/Mermer, 1991: 543)
Sihr eder lebleri yohsa o dehân-ı tenge
RiÅŸtesiz iki dizi lü’lü-ı lâlâ sığmaz (Nâilî/İpekten, 1990: 212)
Nedür o ân o melâhat o âb ü tâb ol hüsn
Nedür o lü’lü-i dendân o gabgab-ı kâfûr (Râmî/Hamami, 2001: 408) Olmadı peydâ melâhat bahri mevvâc olalı
Dürr-i dendânun gibi bir lü’lü-i la’lin sadef (Yahyâ/Ertem, 1995: 111) Dürr-i dendân-ı safâ-bahÅŸun görenler didiler
Böyle pâk u muntazam lü’lü Adende görmedük (Yahyâ/Ertem, 1995: 126) Iki çeÅŸmüm yaşından kûyun itdi mecmau’l-bahreyn
Hevâ-yı dürr-i dendânun hayâl-i la’l-i mercânun (Yahyâ/Ertem, 1995: 130) Ey la’l-i yâr hicri ile kan olan yaÅŸum
Lü’lü diÅŸi gamı ile ‘ummân olan yaÅŸum (Yahyâ/Ertem, 1995: 149) Hep dür-i hoÅŸ-âb anılsa vasf-ı dendânundur ol
La’l-i nûşînün durur hem gülbe-ÅŸekkerden garaz (Nehcî/Koç, 2003: 218) Dürr ü yâkût-ı dehânun seveli dilber senün
Gelmez oldı dile hergiz la’l ü mercânile bahs (Niyâzî-i Mısrî/ErdoÄŸan, 1998: 32)
Sevgilinin diÅŸleri inci olunca, dudağı bir cevher kutusuna, inci madenine dönüşür: Hokka-i la’l-i lebün kim pür-dür-i nâ-süftedür
Çıkmadı bâzâr-ı hüsne böyle bir nâ-süftedür (Mezâkî/Mermer, 1991: 345) Lebün la’l ü dehânun ma’den-i dür
Lisânun vahy-i Hak söyler Muhammed (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 43)
La’1-i dür-puşı bir ahterdür iki mâhda kim
Cân verüp bilmedi sırrın felekün İdris’i (Fehîm/Üzgör, 1991: 678)
Sadef, şekil itibariyle kulağı andırır. Tasvirlerde sevgilinin kulağı sadefe, küpesi inciye benzetilir:
Sadef açsun kulagın Sükkerî gûş eylesün görsün
Yem-i dilde ne gûne gevher-i nâ-yâb olur peydâ (Sükkerî/Erol, 1994: 152) Sehâb-ı mekrümeti dür nisâr-ı feyz oldı
‘Aceb mi gûş-ı sadefde bu denlü pîrâye (Fehîm/Üzgör, 1991: 152) ‘Ayân olan seheri gonca üzre jâle degül
Hezâra ‘arza kılur dürr-i gûş-vârını gül (Mezâkî/Mermer, 1991: 452)
Dürr-i mengûşunla rûyun denli bulmaz nûr u tâb
Zühre ger olsa felekde gûş-vâr-ı âfitâb (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 253)
Mâh-ı nev yanındagı necmi görüp ol meh dimiş
Kim kodı dürr-i binâgûşum hilâlün gûşına (Yahyâ/Ertem, 1995: 206)
Şairler, şiirlerini dünyayı aydınlatan, deniz diplerinden çıkarılan, parlak ve değerli bir inci olarak tanımlar:
Nisâr et dürr-i nazmın âşinâya tab’-ı RemzîveÅŸ
Gehî cûş eyle bahr-ı bî-kenâr ol ey dil-i şeydâ (Remzî/Güven, 2005: 21)
Hurrem eylerse beni nazm-ı nev-îcâdım olur
Kim eder her âdemi Remzî dürr-i meknûn (Remzî/Güven, 2005: 91) Yem-i dilde bulup Remzî nazîrin dürr-i meknûnun
N’ola versem o şâh-ı milk-i nazma armaganımdur (Remzî/Güven, 2005: 99) Kadrini eÅŸ’âr-ı mevzûnun bilir şâ’ir olan
Dürr-i meknûn kıymetini Remzî deryâ ne bilir (Remzî/Güven, 2005: 110) Hâce-i âlem ü sarrâf-ı cihân müşterîdir
Sözüne gevher-i kân lü’lü-i ummân mı desem (Remzî/Güven, 2005: 236)
Dürr-i meknûndur sözü dil-dârımın agzı sadef
Aşkı deryâdır geçer âşıkları içünde kef (Remzî/Güven, 2005: 313)
Ey güher-senc-i kerem kim şerefün zâhirdür
Nazm-ı dür-dâne-i pâkîze-nizâmumda benüm (Mezâkî/Mermer, 1991: 215
Dûşîze-gân-ı nazmla dür-i zevk-i sohbetüm
Hep bikr-i fikr-i hacle-i ifhâm isterin (Mezâkî/Mermer, 1991: 224)
Hâk-i pâye getürüp tuhfe-i der-gâh itdüm
RiÅŸte-i nazma dizüp böyle dür-i ÅŸehvârı (Mezâkî/Mermer, 1991: 240) Mezâkî bahr-i endîşe ‘aceb deryâ-yı ‘irfândur
Ki andan böyle sad-silk-i dür-i nâ-yâb olur peydâ (Mezâkî/Mermer, 1991: 289) Lâyık-ı rişte-i tahsîn ü behâ olmaz idi
İntizâm olmasa lü’lü-yı kelâmımda benim (Nâilî/İpekten, 1990: 118) Ukde-i ser-riÅŸte-i râz-ı nihânîdir sözüm
Silk-i tesbîh-i dür-i seb’a’l-mesânîdir sözüm (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 45)
Çekdikçe silk-i nazma dür-i medhin âsumân
Mihr âna târ-ı ÅŸa’ ÅŸa’adan rîsmân verir (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 58)
Dürr-i nazmım çarha mengûş olsa bilmez rûzgâr
Åži’r-i Nef’î midir ol yâ kevkeb-i Åži’râ mıdır (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 64)
Feyz-i ilhâm ile tâ kim ola ehl-i nazmın
Rahm-i Meryem gibi tab’ı sadef-i dürr-i yetîm (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 68) Pây-mâl eyler yürür a’dâ kelâm-ı pâkimi
Her sözüm ammâ yine kadr-i dür-i galtân bulur (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 71) O bahr-ı mevc-zen-i pür-güherdir endîşem
Ki sâhilinde yatar deste deste dürr-i nazîm (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 157) Söylemez söylemez ammâ söze gelse Nef’î
Ne cevâhir dökülür kilk-i dür-efşânından (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 325) Gavvâs-ı ka’r-ı bahr-ı hüner Sükkerî gibi
Olsa ‘aceb mi nazm ile dürr-i semîn-i Çîn (Sükkerî/Erol, 1994: 214) Dür-i nazm-ı Fehîmâ oldugı hurşîd-veÅŸ rûşen
Kemâl-i safvet-i deryâ-yı tab’-ı pâkdendür hep (Fehîm/Üzgör, 1991: 328) Virdi ol denlü safâ bu ÅŸi’r-i rengîn ‘âleme
Asdı gûş-i çarha her bir lafzı bir lü’lü-yı ter (Râmî/Hamami, 2001: 79)
Ben şâh-bender-i hünerem kim tonatmışum
Silkü’l-le’âl-i nazm ile dükkân-ı fikreti (Sâbit/Karacan, 1991: 230)
Allah’ın rahmet bulutu, baharın gelmesiyle âleme inciler saçar. YaÄŸmur, nisan ayında karaya çıkan sadefin karnına düşer ve güzel inciler ortaya çıkarır. Yılanın karnına düşer, zehir olur:
Sehâb-ı rahmet-i Hak gevher-efşân olmasa yek-çend
Olurdu halk-ı ‘alem kâse-gerd-i dest-i istiska (Nâbî/Diriöz, 1994: 489)
Ebr-i nîsân ki düşe hâke ider mâye-i rûh
Sadefe düşse ider dürr-i müdevver hörşîd (Râmî/Hamami, 2001: 69) Reşha-ı nîsân-ı ebr-i feyz mânend-i sadef
Sînesin âbisten-i sad dürr-i hikmet-zâd ider (Sâbit/Karacan, 1991: 251)
Gidince yemm gibi dürr saçdı gitdi ammâ kim
Misâl-i ebr-i bahârân güher-feşân geldi (Sâbit/Karacan, 1991: 259)
Verir tab’-ı safâ-bahşım keder âyîne-i âba
Eder kilk-i dürr-efşânım hacil ebr-i güher-zâyı (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 136)
Jale (şebnem), sabah vakti çiçeklerin üzerine düşen çiğ tanesidir. Şebnem, lâle üzerinde olursa inciye, gonca üzerinde olursa sevgilinin dişine benzetilir62:
Devşürdi dürr-i jâleyi meşşâte-i zemân
İtdi ‘arûs-ı gonceye ‘ıkd-ı le’âl gül (Râmî/Hamami, 2001: 490)
Jâleden lü’lü idüp her verd-i âlün gûşına
Bâgbân benzetmez ol nâzük-nihâlün gûşına (Râmî/Hamami, 1995: 206) Her jâle gevher-i sadef-i bahr-ı subhdur
Olsa ‘aceb mi mahzen-i dürr-i höş-âb gül (Fehîm/Üzgör, 1991: 562)
Nisâr, yani saçı eskiden düğünlerde davetlilerin gönderdiği hediyeler için kullanılan bir tabirdir. Taç takan padişahların başından saçı saçıldığı gibi, tahta yeni çıkan hükümdarların halkına para ve altın saçması da gelenekmiş. Şiirlerde çeşitli vesilerle bu geleneğe telmihte bulunulur:
Dürler nisâr eder serine ebr-i nev-bahâr
Oldukça na’t-hân-ı çemen andelîbler (Nâbî/Onay, 2007: 335)
Şafak rûy-ı arûs-ı mihre bir gülgûn tutuk astı
Kevâkib saçı verdi bî-nihâyet gevher-i yektâ (Sâbit/Karacan, 1991: 151) Bu müjde olup gûş-zed-i ebr-i bahârı
Pala, age, s. 423.
Dür-dâne-feşân-ı kadem-i peyk-i sabâdur (Mezâkî/Mermer, 1991: 218)
Bir hokka-i pür-gevher-i ÅŸer’-i Nebevîdür
Dürler saçılur hîn-ı tekellümde femünden (Mezâkî/Mermer, 1991: 228) Müjdesin gûş idicek nev-tabaklarla seher
Hâk-i pâyine nisâr eyledi dürler hörşîd (Râmî/Hamami, 2001: 73) Kudûm-i nev-bahâr-ı erguvânı göricek jâle
Nisâr-ı makdem itdi her taraftan dürr-i ÅŸeh-vârı (Râmî/Hamami, 2001: 152) Olalı cevherî-i mülk-i me’ânî Râmî
Ma’rifet bezmine dür saçdı dehândan hâric (Râmî/Hamami, 2001: 341)
Ş arap renginden dolayı kırmızı renkli taşlarla, rakı ise inci ile ilişkilendirilir:
Miyân-ı bezme ki olmuÅŸ mey ü ‘arak rizân
Hazînedir dür ü yakutu ceste ceste yatır (Nâilî/İpekten, 1990: 198)
AÅŸkına rindân için meclisde geh mey geh ‘arak
Bezme sakiler nisâr-ı dürr ü yakut eylesin (Nâilî/İpekten, 1990: 278)
Klasik Türk Åžiiri’nde dürr- yetîm Hz. Muhammed, dürr-i Necef ise Hz. Ali’yi hatırlatır:
Bağdâd sadeftir güheri dürr-i Necef dür
Yanında anun dürr ü güher seng-i hazefdür (Rûhî/Pala, 2007: 354) 1.2.1.
İnci, Arapçada dürr, lü’lü, leâlî; Farsçada incû, mürvârîd ismini alır. DeÄŸerli taÅŸlar arasında yer alan ve “deniz cevherlerinin en yücesi, en deÄŸerlisi ve kıymetlisi”56 olarak nitelendirilen bu taÅŸ, parlaklığı, güzelliÄŸi, beyazlığı, yuvarlak ve ÅŸeffaf oluÅŸuyla, Klasik Türk Åžiiri’nde nazmı güzelleÅŸtiren, ÅŸairin ÅŸiirini, aşığın gözyaşını, sevgilinin diÅŸini ve terini, vuslatı, yaÄŸmur tanelerini temsil eden bir unsurdur.
İnci, edebiyatımızda “dürr-i Aden (Aden incisi), dürr-i düzdîde (çalınmış inci), dürr-i girân-mâye (kıymetli iri inci), dürr-i güftâr (söz incisi), dürr-i hoÅŸ-âb (iyi inci), dürr-i ıstıfâ (seçilmiÅŸ inci, seçkinlik incisi, mec. “Hz. Muhammed”), dürr-i meknûn (muhafazalı parlak inci), dürr-i nâb (parlak, beyaz inci), dürr-i nâzım (dizilmiÅŸ inci), dürr-i nâ-süfte (delinmemiÅŸ inci, mec. kız), dürr-i nefîd (dizi inci, inci dizisi), dürr-i sadef-nişîn (sadefinden çıkmamış inci), dürr-i semîn (kıymetli inci), dürr-i sirâb (iri inci), dürr-i ÅŸah-vâr, -ÅŸeh-vâr
(padişaha lâyık, iri inci), dürr-i yegâne (eşi bulunmayan, tek inci), dürr-i yek-dâne (iri tâneli inci), dürr-i yektâ (eşsiz inci), dürr-i yetîm (sadefinde tek olarak çıkan iri, büyük inci, mec. Hz. Muhammed), dürr-çîn (inci
57
toplayan), dürr-efşân (inci serpen, inci gibi söz söyleyen ağız)” ÅŸeklinde kullanılır.
Lü’lü içinse, “lü’lü-i lâlâ (parlak inci), lü’lü-i meknûn (midyenin kabuÄŸunun içinde saklı bulunan inci), lü’lü-i münazzad (inci dizisi, inci kolye, mec. düzgün diÅŸler), lü’lü-i ÅŸehvâr (iri inci), lü’lü-bâr (inci yaÄŸdıran, inci yaÄŸmuru), lü’lü-feşân (inci saçıcı, inci
58
saçan), lü’lü-pâş (inci saçıcı, inci saçan)” gibi tamlamalar sıkça karşımıza çıkar. Ayrıca lü’lü-yı müdevver (yuvarlak inci) bir çeÅŸit zehrin adıdır59.
Kâşânî, age, s. 243-244. Devellioğlu, age, s. 194, 195, 196. Devellioğlu, age, s. 555.
Pala, age, s. 292.
Bunların dışında “âb-ı mürvârîd (inci suyu), azrâ (delinmemiÅŸ inci), cümân (iri inci), cümâne (tek inci), deryâ-yı hâmile (mec. inci çıkarılan deniz), dürr-i direfşân (parlayan inci, mec. diÅŸ), dürc-i dür (inci kutusu), dür-dâne (inci tanesi), dürer (büyük inci taneleri), dürer-bâr (inci yaÄŸdıran, inci gibi söz söyleyen), dürrât (büyük inci taneleri), dürre (büyük inci tanesi), dürrî, dürriyye (inci gibi parlayan), ferîd-ül-asr, ferîd-üz-zemân (dizilmiÅŸ inci, çok deÄŸerli inci), halka-i dürr (inci halkası), harâid, harîd, harîde
(delinmemiÅŸ inci), insikab-ı lü’lü (incinin delinmesi), kilk-i dürr-efşân (inci saçan kalem), lâ’l-dürr-efşân (inci saçan, arasından inci gibi diÅŸler görünen dudak), miyâne (gerdanlığın ortasındaki büyük inci), lü’lü-i musakkab (delinmiÅŸ, delik inci), dürr-nisâr (inci serpen, saçan), silk-i leâlî (inci dizisi), şâh-dâne (iri inci tanesi), şâh-vâr (iri ve iyi cins inci), ÅŸezerât, ÅŸezr, ÅŸezre, şüzûr (süs olarak kullanılan inci ve altın taneleri), tesakkub-ı lü’lü (incinin delinmesi), yetîmet-üd-dehr (emsalsiz inci)”60 ÅŸeklindeki kullanımlar da edebiyatımızda görülür.
İnci, ılık denizlerde olduğu için aşığın gözyaşına teşbih edilir. Klasik Şiirde âşık, sevgiliye olan aşkını gözünden akıttığı inci gibi yaşlarla ifade eder. Bunun sonucunda göz inci dolu bir etek olup sevgili için yollara inci saçar61:
Merdüm-i çeşmüm reh-i dil-dâra îsâr itdügi
Dâne-i eşküm mi inciler midür bilmem nedür (Mezâkî/Mermer, 1991: 338) Dîde âbisten-i sad-dürr-i yetîm olmış idi
Açmadın dahi dehen ebr-i güher-bâra sadef (Mezâkî/Mermer, 1991: 428) Degüldür katre katre hûn-ı dil silk-i sirişkümde
O mercân dânelerdür sübha-i dürr-i semîn üzre (Mezâkî/Mermer, 1991: 519) Arûs-ı mâtemine dîdeden nisâr edelim
Dizip tabakçe-i yâkûta la’l ü mürvârid (Nâilî/İpekten, 1990: 45)
Gözümde perdeler içre tabak tabak dürler
Hemîşe şâh-ı hayâline peş-keş tutılur (Nehcî/Koç, 2003: 165)
Katre katre dökilenler dür midür bârân mıdur
Zerre zerre görinenler hat mıdur reyhân mıdur (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 68) Seyr-i dendân-ı dil ârâmı edip eşke düşen
Bahr-i âlemde olur mı dürr-i ÅŸeh-vâra harîs (Remzî/Güven, 2005: 143) Dür-i eÅŸk-i yetîm-âsâ olursam n’ola bî-raÄŸbet
Düşürdi hâke dehr-i bî-basîret ‘ayn-ı ‘izzetden (Fehîm/Üzgör, 1991: 188) Dil zevrak-ı bahr-ı ‘aÅŸk olaldan
DevellioÄŸlu, age, s. 2, 59,147, 177, 188, 194, 195, 260, 319, 327, 331, 441, 520, 541, 654, 686, 840, 953, 975, 976, 996, 1006, 1088, 1161. Pala, age, s. 105.
Çeşmüm sadef-i dür-i sebeldür (Fehîm/Üzgör, 1991: 226)
Arûs-ı medhini tezyîn içün ol genc-i gevherden
Çıkardım silke dizdim bir tabak lü’lü-yı menşûrı (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993:163)
Muktezâ-yı hüsnidür bî-dilleri zâr itdügi Fart-ı nâzındandur ehl-i derdi âzâr itdügi Gamze-i ÅŸemşîrdür ‘uşşâka der-kâr itdügi Merdüm-i çeÅŸmüm reh-i dildâra îsâr itdügi
Dâne-i encüm mi incûlar mıdur bilmem nedür (Sâbit/Karacan, 1991: 315)
Gönül, sevgilinin aşkını derûnunda saklayan bir sadef, onun hasretiyle gözden yaşlar akıtan bir incidir:
Hem güherdür hem sadef hem bahr-i sâfîdür gönül
Ger misâl-i ‘ışk ise maksûd-ı kâfîdür gönül (Mezâkî/Mermer, 1991: 450)
Kalem destimde miftâh-ı der-i gencîne-i dildür
Ne dil kim dâmen-i evsâfuna dürler nisâr eyler (Mezâkî/Mermer, 1991: 191) Bu perverişle Mezâkî sadefçe-i dilde
Le’âl-i nazm-ı terün dürr-i şâh-vâra döner (Mezâkî/Mermer, 1991: 368) Dil-i mecrûh olalı ol dür-i ÅŸehvâra sadef
Reşg eder eşkime dür çeşm-i dürer-bâra sadef (Nâilî/İpekten, 1990: 237)
Sevgilinin dişi, beyazlığı ve büyüklüğüyle inciye teşbih edilir: Aşkının bahrına ey dendânı dürr-i bî-bahâ
Benden özge âşinâlık etmesin bir kimse hâ (Remzî/Güven, 2005: 23) Âşinâ-yı bahr-ı aşk oldum şinâverlik işim
Bir sadefveÅŸ la’lin içre dürr-i dendânın görüp (Remzî/Güven, 2005: 33) Ummân egerçi öykünür ey lü’lü diÅŸli yâr
Mânend-i eşk-i dîde-i giryân olur mu hiç (Remzî/Güven, 2005: 60)
Gördü ol dendânı dürr kim gark eder ekşim beni
Dedi Allah kurtara deryâya düşmüş derd-mend (Remzî/Güven, 2005: 82)
Âşinâlar söylesin dendânına reşk etmesin
Lücce-i ummandan ey dil lü’lü-i la’la beyâz (Remzî/Güven, 2005: 151) Gözlerim yaşıdurur bu heft deryâdan garaz
La’linin dendânıdır bu dürr-i yektâdan garaz (Remzî/Güven, 2005: 158)
Söyle ey ummân-ı aşkın âşinâsı lutf edip
Dil-berin dendânına öykünmesin dürr-i semîn (Remzî/Güven, 2005: 293) Âşinâ olanlara aşkı anın deryâdurur
Bir sadeftir la’l-i nâbı diÅŸleri dürr-i yetîm (Remzî/Güven, 2005: 227) La’l-i leb-i dil-dâr ile dürr diÅŸlerini gör
Hokka düre dürr hokka-i mercâna münâsib (Mezâkî/Mermer, 1991: 296) Mezâkî ol mehün vasf-ı dür-i dendânı olmakla
Bu nazmun şöhret-i ‘ıkd-ı Süreyyâyı unutdurdı (Mezâkî/Mermer, 1991: 543)
Sihr eder lebleri yohsa o dehân-ı tenge
RiÅŸtesiz iki dizi lü’lü-ı lâlâ sığmaz (Nâilî/İpekten, 1990: 212)
Nedür o ân o melâhat o âb ü tâb ol hüsn
Nedür o lü’lü-i dendân o gabgab-ı kâfûr (Râmî/Hamami, 2001: 408) Olmadı peydâ melâhat bahri mevvâc olalı
Dürr-i dendânun gibi bir lü’lü-i la’lin sadef (Yahyâ/Ertem, 1995: 111) Dürr-i dendân-ı safâ-bahÅŸun görenler didiler
Böyle pâk u muntazam lü’lü Adende görmedük (Yahyâ/Ertem, 1995: 126) Iki çeÅŸmüm yaşından kûyun itdi mecmau’l-bahreyn
Hevâ-yı dürr-i dendânun hayâl-i la’l-i mercânun (Yahyâ/Ertem, 1995: 130) Ey la’l-i yâr hicri ile kan olan yaÅŸum
Lü’lü diÅŸi gamı ile ‘ummân olan yaÅŸum (Yahyâ/Ertem, 1995: 149) Hep dür-i hoÅŸ-âb anılsa vasf-ı dendânundur ol
La’l-i nûşînün durur hem gülbe-ÅŸekkerden garaz (Nehcî/Koç, 2003: 218) Dürr ü yâkût-ı dehânun seveli dilber senün
Gelmez oldı dile hergiz la’l ü mercânile bahs (Niyâzî-i Mısrî/ErdoÄŸan, 1998: 32)
Sevgilinin diÅŸleri inci olunca, dudağı bir cevher kutusuna, inci madenine dönüşür: Hokka-i la’l-i lebün kim pür-dür-i nâ-süftedür
Çıkmadı bâzâr-ı hüsne böyle bir nâ-süftedür (Mezâkî/Mermer, 1991: 345) Lebün la’l ü dehânun ma’den-i dür
Lisânun vahy-i Hak söyler Muhammed (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 43)
La’1-i dür-puşı bir ahterdür iki mâhda kim
Cân verüp bilmedi sırrın felekün İdris’i (Fehîm/Üzgör, 1991: 678)
Sadef, şekil itibariyle kulağı andırır. Tasvirlerde sevgilinin kulağı sadefe, küpesi inciye benzetilir:
Sadef açsun kulagın Sükkerî gûş eylesün görsün
Yem-i dilde ne gûne gevher-i nâ-yâb olur peydâ (Sükkerî/Erol, 1994: 152) Sehâb-ı mekrümeti dür nisâr-ı feyz oldı
‘Aceb mi gûş-ı sadefde bu denlü pîrâye (Fehîm/Üzgör, 1991: 152) ‘Ayân olan seheri gonca üzre jâle degül
Hezâra ‘arza kılur dürr-i gûş-vârını gül (Mezâkî/Mermer, 1991: 452)
Dürr-i mengûşunla rûyun denli bulmaz nûr u tâb
Zühre ger olsa felekde gûş-vâr-ı âfitâb (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 253)
Mâh-ı nev yanındagı necmi görüp ol meh dimiş
Kim kodı dürr-i binâgûşum hilâlün gûşına (Yahyâ/Ertem, 1995: 206)
Şairler, şiirlerini dünyayı aydınlatan, deniz diplerinden çıkarılan, parlak ve değerli bir inci olarak tanımlar:
Nisâr et dürr-i nazmın âşinâya tab’-ı RemzîveÅŸ
Gehî cûş eyle bahr-ı bî-kenâr ol ey dil-i şeydâ (Remzî/Güven, 2005: 21)
Hurrem eylerse beni nazm-ı nev-îcâdım olur
Kim eder her âdemi Remzî dürr-i meknûn (Remzî/Güven, 2005: 91) Yem-i dilde bulup Remzî nazîrin dürr-i meknûnun
N’ola versem o şâh-ı milk-i nazma armaganımdur (Remzî/Güven, 2005: 99) Kadrini eÅŸ’âr-ı mevzûnun bilir şâ’ir olan
Dürr-i meknûn kıymetini Remzî deryâ ne bilir (Remzî/Güven, 2005: 110) Hâce-i âlem ü sarrâf-ı cihân müşterîdir
Sözüne gevher-i kân lü’lü-i ummân mı desem (Remzî/Güven, 2005: 236)
Dürr-i meknûndur sözü dil-dârımın agzı sadef
Aşkı deryâdır geçer âşıkları içünde kef (Remzî/Güven, 2005: 313)
Ey güher-senc-i kerem kim şerefün zâhirdür
Nazm-ı dür-dâne-i pâkîze-nizâmumda benüm (Mezâkî/Mermer, 1991: 215
Dûşîze-gân-ı nazmla dür-i zevk-i sohbetüm
Hep bikr-i fikr-i hacle-i ifhâm isterin (Mezâkî/Mermer, 1991: 224)
Hâk-i pâye getürüp tuhfe-i der-gâh itdüm
RiÅŸte-i nazma dizüp böyle dür-i ÅŸehvârı (Mezâkî/Mermer, 1991: 240) Mezâkî bahr-i endîşe ‘aceb deryâ-yı ‘irfândur
Ki andan böyle sad-silk-i dür-i nâ-yâb olur peydâ (Mezâkî/Mermer, 1991: 289) Lâyık-ı rişte-i tahsîn ü behâ olmaz idi
İntizâm olmasa lü’lü-yı kelâmımda benim (Nâilî/İpekten, 1990: 118) Ukde-i ser-riÅŸte-i râz-ı nihânîdir sözüm
Silk-i tesbîh-i dür-i seb’a’l-mesânîdir sözüm (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 45)
Çekdikçe silk-i nazma dür-i medhin âsumân
Mihr âna târ-ı ÅŸa’ ÅŸa’adan rîsmân verir (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 58)
Dürr-i nazmım çarha mengûş olsa bilmez rûzgâr
Åži’r-i Nef’î midir ol yâ kevkeb-i Åži’râ mıdır (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 64)
Feyz-i ilhâm ile tâ kim ola ehl-i nazmın
Rahm-i Meryem gibi tab’ı sadef-i dürr-i yetîm (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 68) Pây-mâl eyler yürür a’dâ kelâm-ı pâkimi
Her sözüm ammâ yine kadr-i dür-i galtân bulur (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 71) O bahr-ı mevc-zen-i pür-güherdir endîşem
Ki sâhilinde yatar deste deste dürr-i nazîm (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 157) Söylemez söylemez ammâ söze gelse Nef’î
Ne cevâhir dökülür kilk-i dür-efşânından (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 325) Gavvâs-ı ka’r-ı bahr-ı hüner Sükkerî gibi
Olsa ‘aceb mi nazm ile dürr-i semîn-i Çîn (Sükkerî/Erol, 1994: 214) Dür-i nazm-ı Fehîmâ oldugı hurşîd-veÅŸ rûşen
Kemâl-i safvet-i deryâ-yı tab’-ı pâkdendür hep (Fehîm/Üzgör, 1991: 328) Virdi ol denlü safâ bu ÅŸi’r-i rengîn ‘âleme
Asdı gûş-i çarha her bir lafzı bir lü’lü-yı ter (Râmî/Hamami, 2001: 79)
Ben şâh-bender-i hünerem kim tonatmışum
Silkü’l-le’âl-i nazm ile dükkân-ı fikreti (Sâbit/Karacan, 1991: 230)
Allah’ın rahmet bulutu, baharın gelmesiyle âleme inciler saçar. YaÄŸmur, nisan ayında karaya çıkan sadefin karnına düşer ve güzel inciler ortaya çıkarır. Yılanın karnına düşer, zehir olur:
Sehâb-ı rahmet-i Hak gevher-efşân olmasa yek-çend
Olurdu halk-ı ‘alem kâse-gerd-i dest-i istiska (Nâbî/Diriöz, 1994: 489)
Ebr-i nîsân ki düşe hâke ider mâye-i rûh
Sadefe düşse ider dürr-i müdevver hörşîd (Râmî/Hamami, 2001: 69) Reşha-ı nîsân-ı ebr-i feyz mânend-i sadef
Sînesin âbisten-i sad dürr-i hikmet-zâd ider (Sâbit/Karacan, 1991: 251)
Gidince yemm gibi dürr saçdı gitdi ammâ kim
Misâl-i ebr-i bahârân güher-feşân geldi (Sâbit/Karacan, 1991: 259)
Verir tab’-ı safâ-bahşım keder âyîne-i âba
Eder kilk-i dürr-efşânım hacil ebr-i güher-zâyı (Nef’î/AkkuÅŸ, 1993: 136)
Jale (şebnem), sabah vakti çiçeklerin üzerine düşen çiğ tanesidir. Şebnem, lâle üzerinde olursa inciye, gonca üzerinde olursa sevgilinin dişine benzetilir62:
Devşürdi dürr-i jâleyi meşşâte-i zemân
İtdi ‘arûs-ı gonceye ‘ıkd-ı le’âl gül (Râmî/Hamami, 2001: 490)
Jâleden lü’lü idüp her verd-i âlün gûşına
Bâgbân benzetmez ol nâzük-nihâlün gûşına (Râmî/Hamami, 1995: 206) Her jâle gevher-i sadef-i bahr-ı subhdur
Olsa ‘aceb mi mahzen-i dürr-i höş-âb gül (Fehîm/Üzgör, 1991: 562)
Nisâr, yani saçı eskiden düğünlerde davetlilerin gönderdiği hediyeler için kullanılan bir tabirdir. Taç takan padişahların başından saçı saçıldığı gibi, tahta yeni çıkan hükümdarların halkına para ve altın saçması da gelenekmiş. Şiirlerde çeşitli vesilerle bu geleneğe telmihte bulunulur:
Dürler nisâr eder serine ebr-i nev-bahâr
Oldukça na’t-hân-ı çemen andelîbler (Nâbî/Onay, 2007: 335)
Şafak rûy-ı arûs-ı mihre bir gülgûn tutuk astı
Kevâkib saçı verdi bî-nihâyet gevher-i yektâ (Sâbit/Karacan, 1991: 151) Bu müjde olup gûş-zed-i ebr-i bahârı
Pala, age, s. 423.
Dür-dâne-feşân-ı kadem-i peyk-i sabâdur (Mezâkî/Mermer, 1991: 218)
Bir hokka-i pür-gevher-i ÅŸer’-i Nebevîdür
Dürler saçılur hîn-ı tekellümde femünden (Mezâkî/Mermer, 1991: 228) Müjdesin gûş idicek nev-tabaklarla seher
Hâk-i pâyine nisâr eyledi dürler hörşîd (Râmî/Hamami, 2001: 73) Kudûm-i nev-bahâr-ı erguvânı göricek jâle
Nisâr-ı makdem itdi her taraftan dürr-i ÅŸeh-vârı (Râmî/Hamami, 2001: 152) Olalı cevherî-i mülk-i me’ânî Râmî
Ma’rifet bezmine dür saçdı dehândan hâric (Râmî/Hamami, 2001: 341)
Ş arap renginden dolayı kırmızı renkli taşlarla, rakı ise inci ile ilişkilendirilir:
Miyân-ı bezme ki olmuÅŸ mey ü ‘arak rizân
Hazînedir dür ü yakutu ceste ceste yatır (Nâilî/İpekten, 1990: 198)
AÅŸkına rindân için meclisde geh mey geh ‘arak
Bezme sakiler nisâr-ı dürr ü yakut eylesin (Nâilî/İpekten, 1990: 278)
Klasik Türk Åžiiri’nde dürr- yetîm Hz. Muhammed, dürr-i Necef ise Hz. Ali’yi hatırlatır:
Bağdâd sadeftir güheri dürr-i Necef dür
Yanında anun dürr ü güher seng-i hazefdür (Rûhî/Pala, 2007: 354) 1.2.1.