OTANT�K TA�

KEHRİBAR TAŞI KOLYE (KALİNİNGRAD)

ÖZEL ÜRÜNLER
KEHRİBAR TAŞI KOLYE
Fiyatı      :      SATILDI TL
Ürünün Özellikleri
  • 1.KALİTE BALTIK AMBERİ
  • 7GR
  • 925 AYAR GÜMÜŞ EL İŞÇİLİĞİ
  • AYNI GÜN KARGO
  • EŞİ YOK
  • KDV DAHİL
  • ÖZEL KUTUSUNDA
  • RUSYA/KALİNİNGRAD
  • VVS BERRAK IŞILTILI

KEHRİBAR TAŞI KOLYE (KALİNİNGRAD)

Kehribar İngiltere’de Somerset’deki eski Cheddar Vadisinde büyük bir mağara vardır. Yüz yıldan fazla bir süre önce keşfedildiğin¬den beri bu

KEHRİBAR KOLYE

KEHRİBAR KOLYE

mağarada eski tarihe ait pek çok eski eser, kemik ve hatta dokuz bin yıllık bir oturan iskelet bulundu. Onu bulan Victoria’lı gemi kaptanının adına istinaden ‘Gough Mağarası’ denen bu mağarada 1950 yılında ayrıca en eski değerli bir taş bulundu. Aşınmış, yarı şeffaf karamela renginde, koyu kırmızı ve kirli olan bu taş yaklaşık bir düzine kredi kartı büyüklüğün¬de. (2) Bu bir kehribar parçasıdır ve en azından on iki bin yıl ön¬ce ticari amaçlı kullanıldığı söyleniyor. Çok değerli bir hazine

çeceğiz fa bu bölge binlerce yıl dünyanın en büyük kehribar
oynağı olmuştur.® Kehribar ticareti bu bölgede öylesine geliş¬miş ki, söylendiğine göre Balak Avrupa’sına Bronz Çağının ge¬lişini hızlandırmıştır. Gough Mağarasında bulunan kehribar parçasından başka, Avrupa’nın pek çok yerinde eski mezarlar¬da, mağaralarda ve hatta Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da, Taş Dev¬rinden günümüze kadar Baltık kehribarı ticaretinin yapıldığını gösteren ipuçları bulunmuştur. Eski Yunanda Kral Menela-us’un sarayını kehribarla kaplattığı ve bu sarayın Cennet Krallı¬ğı kadar muhteşem olduğu söylenir.P)

OTANTİK TAŞ FARKI İLE 925 AYAR GÜMÜŞ EL İŞÇİLİĞİ 1.KALİTE VVS BERRAK PARILTILI KALİNİNGRAD RUS AMBERİ KOLYE ÜRÜNÜMÜZ TEK PARÇA OLUP SATILDIĞINDA REYONUMUZDAN KALKAR.
Peki, ama neden? Günümüzde kehribar diğer değerli taşla¬rın yanında oldukça sönük kalmıştır. Bu taş hafif, yumuşak, ucuzdur ve pek de nadir sayılmaz. Fakat bazı tarihi yanılgılar ve olağandışı fiziksel özellikler nedeniyle bazen altından bile da¬ha değerli sayılmıştır. Eski fizikçiler bu taşla öylesine ilgilen¬mişler ki evrendeki en olağanüstü doğal fenomenlerden birine onun adını vermişler; ondan sonra bu taş hazine avcılarını, dik¬tatörleri, hırsızları, haçlı seferler askerlerini, bilim adamlarını, çılgınları ve film yapıcılarını harekete geçirmiş. Bazıları bu taşın Tanrının varlığını kanıtladığını söylerken bazıları da tam tersi¬ni iddia etmişler.Nineveh kralının bir dikilitaşa Kuzey Yıldızının olduğu yer¬den’ diye yazdırdığı gibi, Eski Yunanlılar kehribarın çok uzaklar¬dan geldiğini sanıyorlardı. Ağızlarını kapalı tutan satıcılar onla¬ra hiç bilgi vermediler. Fenikeliler modern Irak’a kadar bütün Akdeniz’de kehribar ticareti yaptılar. Onlar şimdiki Lübnan’da yaşayan tüccar ve kâşif bir ulustu ve günümüz değerli taş tüc-
Sdef araSmÎa nUma^- heŞm biraz uzennde bır sertlik degenne sahipti ve Mohs çok geçmeden S1yah kehnhar ma ve amber gibi organik’ taşların camdan daha yumuşak ama pek çok mineral taşın daha sert olduğunu anladı. Bu de-ğerler tartışılabilirdi, serdik numarası on oian elmas dokuz nu-maralı yakuttan daha sertti, ama bu sistem yine de kullanışlıy¬dı. Bunu evde de yapabilirsiniz: tırnakla çizilen bir şey ikinin al-tındadır; çakı ucuyla çizilen bir metal beşin altında ve kuvarsı çizen bir şey yedinin üstündedir. Mohs’un cetveli günümüzde bile taş değerlendirmede önemlidir. Bu kitabın yazılmasmdaki mantık budur ve bunu bilmek aynı zamanda taş seçimi için çok işe yarar. Elmas, yakut ve safir çok dayanıklı taşlardır ve bu ne denle yüzüklerde çok kullanılırlar. Sertlik numarası sekiz olan zümrüt biraz daha yumuşaktır, sertliği 2.5 civarında olan kehri-bar ise parlaklığını kolay kaybeder ve bu nedenle daha çok kü-pe ve kolyelerde kullanılır.

KEHRİBAR TAŞ KOLYE

KEHRİBAR TAŞ KOLYE

cartan gibi kaynaklannt kimseye adamazlar*. Bir Fenike ee ™ sının kaptanı kendisini izleyerek kalay kaynağa ^nmfk isteyen rakibin, cezalandırmak için kendi genLfi karaya oZÎ tu ve rakibinin de aynı akıbete uğramasına neden oldu.w> Bu nedenle eski dünya insanları kehribarın geldiği yer konusunda duydukları mitlere ve rivayetlere inanırlardık) ve bir ara, araba¬sının kontrolünü kaybederek nerdeyse bir dünya felaketine ne¬den olacak bir Yunanlı yarışçı gencin menkıbesine inandılar.
Menkıbeye göre Phaeton güneş tanrısının oğluydu. Her gün babasının arabayla gökyüzündeki yolculuğunu izler ve o da bu¬nu yapmak isterdi. Bir gün bu şansı yakaladı. Yedi kız kardeşi atlarını arabaya koşması için ona yardım ettiler ve o da kendi¬ne güvenen bir genç olarak yola çıktı. Ama eski mitlerde oldu¬ğu gibi burada da trajedi yaşandı. Neşeli genç arabanın kontro¬lünü kaybetti ve araba yoldan çıktı. Dünya tahrip olacaktı ama tanrıların kralı Zeus bir şimşek gönderip çocuğu öldürdü ve za¬rarı önledi. Phaeton’nun cesedi barbar kabilelerin Eridanus de¬diği bir kuzey nehrinin kıyısına düştü.

Kız kardeşleri ona yar¬dım ettikleri için cezalandırıldılar ve siyah kavak ağaçlarına dö¬nüştürüldüler. Kızlar güzel ve kibirli erkek kardeşlerinin kaderi¬ne ağlarken gözyaşları nehre düşerek kehribar oldu.(12)
M.Ö. beşinci yüzyıl yazarı Herodot bu hikâyeyi saçma buldu. Onu düşündüren şey kızların ağaca dönüşmesi ya da sihirli ara¬ba değil, Avrupa’nın dışına, kuzeye doğru akan nehirdi.

Çünkü Yunanlılar hemen tüm nehirlerin Akdeniz’e aktığını düşünür¬lerdi. Herodot Histories adlı eserinde, “Barbarların Eridanus de¬diği kuzeye akan nehre ve oradan kehribar çıktığına inanmıyo¬rum,” dedi. Ona göre Eridanus bir Yunan adıydı ve bu adı ko¬yan bir Yunanlı olmalıydı. Fakat en önemli konu ipucu olma¬masıydı: ‘Çok araştırmama rağmen Avrupa’nın o tarafında bir deniz gören hiç kimseye rastlamadım.’O çağda bir tarihçiye mantıklı itiraz edenler vardı, özellikle

Bu kehribar parçasının o mağaraya İngiltere’den bir yerler¬den mı (Wight Adasında bazı nadir kehribar parçalan bulun¬muştu) yoksa başka bir yerden mi geldiği ilk zamanlar anlaşı¬lamadı^) Fakat on dört yıl sonra New York Vassar Üniversite¬sinden bir profesör buna bir cevap buldu. Profesör diş doldur¬mada kullanılan bir aletle kehribardan minik bir parçayı ezdi ve enfraruj ışığı nasıl emdiğini inceledi, sonra bunun Baltık ori¬jinli*5) ve muhtemelen kırk milyon yıllık olduğunu söyledü6)

Kehribar Taşı

Kehribar Taşı

Aslında bir sürpriz sayılmazdı bu; dünyada kehribarın çoğu¬nun kuzey Avrupa Baltık bölgesinden geldiği bilinir. Fakat bu kehribar o kadar zaman önce Gough Mağarasına nasıl gelmiş¬ti? Bugün bile her yıl İngiltere’nin doğu sahillerine küçük mik¬tarlarda kehribar parçaları vurur, fakat Gough Mağarası kehriba¬rı geldiği zaman Britanya Adası hâlâ Avrupa kıtasına bağlıydı ve bu bağlantı ancak yaklaşık sekiz bin beş yüz yıl önce yok ol¬du. Baltık Denizi de önce tatlı sulu bir göldü ve Kuzey Denizi M.Ö. yaklaşık 5500’de çökerek meydana geldi. O halde bu keh¬ribar parçası orijini olan yerden Somerset’e ancak insan eliyle getirilmiş olabilirdi.
Bu kehribar parçası oraya kadar bir tek yolcunun kesesinde de gelmiş olabilir ama mesafe uzak olduğu için, oraya gelene kadar birkaç el değiştirmiş olması olasılığı daha yüksektir.P) Bu kehribar parçası gıda maddeleri, silah ve mühimmat, kürk ve daha birçok mal karşılığı olarak pek çok tüccarın elinden geç¬miş olabilir ve onun Somerset’e kadar gelişi de Avrupa’da Keh¬ribar Yolu denen ticaret yolunun ilk belirtilerinden biridir.
Kehribarın geldiği yolu geriye doğru izlemek için biz de İn-giltere’nin o zaman ormanlar ve ovalardan oluşan güney böl-gelerinden, eski kara köprüsü üzerinden bugün kuzey Fransa ve Hollanda olan topraklara geçeceğiz. Oradan kuzey Almanya.

de Karadeniz’in kuzeyindeki ülkeleri pek tanıyan ve o böl¬gen anlarla dolu ve girişin olanaksız olduğunaLnan^anh çılere kimse aldırmazdı. Fakat Herodot bunu açıklamadan önce konuyu iyice araştırmalıydı. Çünkü bu hikâyede ağlayan ağaç¬lar, şimşekler, değişimler, ölüm, güneşin ısısı ve kuzeye akan nehir vardı ve bunların hepsi de değerli taşın hikâyesini oluş¬turuyordu. Yunanlılar kehribara ‘güneş’ anlamına gelen elek¬tron derler, çünkü kehribar parlak sarıdan gün batımının kırmı¬zısına kadar güneşin tüm renklerini içerir, ovulunca tüyleri ve kuru otları çeker ve parıldar. Daha sonra İngiliz fizikçi kehribar¬daki bu çekme özelliğinin diğer bazı renkli taşlarda, camda, si¬yah kehribarda, mühür mumunda, sülfür ve reçinede de oldu¬ğunu gördü ve 1600’da bu özelliğe Yunanlıların kehribara ver¬diği ‘elektrik’ adını verdi.

Amber Taşı Kolye

Amber Taşı Kolye

Kehribar gerçekten de ağaçların gözyaşlarıdır, elbette kalın bir reçine üreten siyah kavaklann değil, ama milyonlarca yıl önce ya-şamış olan kozalaklı ağaçların gözyaşlandır. Yaprak dökmeyen ağaçların çoğu kendilerini tedavi için reçine üretirler ama bu tür reçinelerin kehribara dönüşmesi için özel bir şeylerin olması ge¬rekir. Bir teoriye göre bunun için küresel ısınma lâzımdır—yani dünyanın tarih öncesinde korkusuz Phaeton gibi davrandığı ve güneşin dünyaya çok yaklaştığı zamanlardaki gibi bir ısınma ge¬rekmektedir. Bir başka teoriye göre de bu bir gelişim sorunudur ve bazı ağaçlar çok gözyaşı dökecek şekilde programlanmıştır. Ya da belki ağaçlar bilinmeyen bir hastalığa yakalanarak zayıf düş¬müş ve kendilerini kurtarmaya çalışmışlardır.
Neden ne olursa olsun, tarih öncesi bir dönemde bazı koza¬laklı ağaçlar kendilerini tedavi için çok uğraşmışlardır. Günü¬müzde nadiren de olsa bulunan bazı kehribar topaklarının ağır¬lığı dört kiloyu bile geçer.C») O dönemlerde reçineler ağaçların dallarından elma gibi koparak ormanlarda otların üzerine dö¬külmüş ve hatta ağaç kabuklarının altında toplanarak sertleş-eyindeki evinden ayrıld, bunu yapan ilk Yun.nL yazardı o Kalay kaynaklarını gizleyen Fenikelilere rağmen “Kalay Adaları” olarak bilinen Britanya’ya gitti önce. Tekrar güneye dönmeden once kuzeye, İzlanda’ya çıkü.M Kalay ve buz dağlarını buldu ve gelgit olayıyla heyecanlandı. Artık kehribar bulma zamanı gel¬mişti. Pliny’ye göret15) Pytheas okyanusta ‘Mentonomon’ denen ve Germenlerin yaşadığı bir koy ya da haliçten söz etmişti, Aba-lus ya da Basilia denen bir adadan bir günlük mesafedeydi bu¬rası. İlkbaharda dalgalar bu adanın sahillerine kehribar atıyor¬du. Ada halkı kehribarı ateş yakmak için kullanıyor ve komşu¬ları olan başka Germenlere satıyorlardı.
Pytheas’ın gördüğü adanın neresi olduğu günümüzde bilinmi-yor ama sözünü ettiği koy büyük olasılıkla Jutland ya da Baltık’ta olabilir, orada yaşayanlar gerçekten de kehribar yakmışlardır. On parça kehribardan dokuzu satış için uygun değildir ve ateşe atıl¬dığı zaman çok güzel bir koku yayarak yanar. Günümüzde Al¬manlar kehribara ‘yanan taş’ anlamına gelen ‘Bemstein’ derler. Polonyalılar ise yine aynı anlamda bursztyn diyorlar.
Pytheas oraya gittiğinde o sahiller binlerce yıldan beri kehribar ticaretiyle uğraşıyordu. Ben yaklaşık 2300 yıl sonra aynı yere gittiğimde de hâlâ aynı aktivite vardı ama daha ziyade turistlere yönelik bir ticaretti bu.
Kehribarçıkarma Şampiyonu

Polonya’nın Gdansk limanının yaklaşık otuz kilometre do-ğusundaki Jantar’da yapılan ‘Kehribar-çıkarma Şampiyonasını görmek istediğim için kuzey denizi seyahatimi Ağustos ayına planladım. Daha önceki yıllarda çekilen şampiyonluk fotoğraf-larında, denizde yosunları arasından ağlarla kehribar çıkaran yarışmacılar görülüyordu. Ben de bu yarışmaya katılarak kuzeyAdam bana, “Kurallar değişti: diye cevap verdi. Dediğine eö re den.de çok fazla kehribar kaybı oluyordu” “Keh^b^Z da bu işte. Sız ararken o parçalar denizde yüzerek kayboluyor.”

Bakıkta kehribar avcJan

Kehribar deniz suyundan biraz daha hafiftir. Baltık denizinde fırtınalı havalarda deniz dibindeki kehribar parçaları dipten yük-selir ve sarı uyan lambaları gibi suyun üstüne çıkarlar. Sabah sa-atlerinde onları kayaların arasında yüzerken ya da kumlann üze-rinde görebilirsiniz. Bölge halkı can yeleği giyerek onları büyük balık kepçeleriyle toplar, eski İngilizlerin kehribara ‘kepçe taşı’ de meşinin nedeni de budur. Toplanan parçaların büyük çoğunluğu küçüktür ama arada sırada tuğla büyülüğünde olanlar da çıkar. Es¬ki Litvanyalılarm çocuklarına anlattıkları hikâyeye göre kehribar Jurate adlı denizkızının sarayından gelir, ama denizkızı yakışıklı bir balıkçıya âşık olunca bir fırtınada onu kaybeder ve evi de yı¬kılır. Litvanyalıların inancına göre büyük kehribar parçaları sara-

Kaliningrad Kehribar Kolye

Kaliningrad Kehribar Kolye

lar? Misyoner miydiler, paralı asker mi? Polonya müzelerinde onları genellikle romantik pozlarda, inançları için savdan be yaz kıyafetleri içinde görürsünüz ama gerçek biraz daha karma¬şıktır. Onlar hiç kuşkusuz Avrupa’da kehribarın puslu tarihinde daha az dikkat çekenler arasındadır.
Ortaçağda haçlı seferlerine gidenlerin çoğu gönüllüydü-. Hz. İsa’nın haçlı sancağı altında savaştılar ve dönüşlerine Papa on¬lara cennet vizesi vaat etti. Fakat Tapınak Şövalyeleri, Hospital-ler ve Germen Şövalyeleri hep askeri toplumlardı, fakirlere yar¬dım, dürüstlük, bekârlık ve itaat için hayat boyu yemin etmiş¬ler ve Hz. İsa düşmanlarıyla savaş sözü vermişlerdi. Haçlı sefer¬lerinin çoğu onları Kutsal Topraklara götürdü, fakat 1204’te, ya¬ni Germen Şövalyelerinin kuruluşundan altı yıl sonra. Papa In-nocent III Ortodoks keşişlerinin Rusya’dan batıya gittiklerini ve Baltık putperestlerini Ortodoks yapacaklarını öğrendi. Papa bir grup Germen Şövalyesini bu konuda araştırmayla görevlendir¬di. Rahat yaşam ve servet arayan ve içlerinde pek çok da suçlu
Germen Şövalyelerinin Marienbetiğ yada Malbork Kalesi

ve sabıkalı olan Germen maceracılara) üç yüz yıldan fazla bir sure bölgede kaldılar.Bu askerler Prusya’yı aldıktan sonra Estonya, Letonya ve Lat-via üzerine gittiler, çok toprak aldılar ama insanları kazanama¬dılar. Tarlalarda ürünler, hayvanlar yakıldı, aileler katledildi. İn¬sanlar korktular ve Germenleri Tanrısına ibadet etmeyi kabul ettiler. Şövalyeler güçlü dönemlerinde Prusya ve komşu ülke¬lerdeki yaklaşık yüz yirmi şatoyu kontrolleri altında tuttular ve bu bölgelerde insanlar hep korku içinde yaşadılar. Peter Olins Latvia’da Teutonic (Germen) Şövalyleri adlı eserinde*1′) Baltık halklarının umutsuzluğunu anlatır: Rus rahipler onları Orto¬doks olarak vaftiz ederler, Teutonic rahipler gelir ve onları bu kez Katolik olarak vaftiz ederler, ama Ruslar onları tekrar kendi kiliselerine çekerler. ‘Sonra Danimarkalılar ve İsveçliler geldiler ve Almanların vaftiz ettiği insanları yeniden vaftiz ettiler, ama Almanlar tekrar kendi rahiplerini gönderdiler. Danimarkalılar Alman vaftizini kabul eden bazılarını astılar.’ Özellikle Latvia’lı-lar dehşet içindeydiler. Bir süre sonra kıyılarına gelen rahipleri bir grup karşıladı ve onlara, “Biz zaten vaftiz olduk. Daha ne is¬tiyorsunuz bizden?” dediler.

KEHRİBAR TAŞ KOLYE

KEHRİBAR TAŞ KOLYE

Şövalyeler halkı vaftiz için zorlamadıkları zaman canları sıkı-lıyordu. Ormanlarda avlanmaları ve kadınlara kur yapmaları yasaktı ki bunlar onların en büyük eğlencesiydi. Bekârlık yemi¬nini bir kadınla bozan şövalye bir yıl süreyle hizmetkârlık yapı¬yor, bir erkekle ilişkiye giren ise idam ediliyordu.*20) Bu şövalye—keşişler içki içemez, at üstünde mızrak dövüşü yapamaz ama bu tür dövüşleri seyredebilirlerdi. Böylece yapacak işleri kalmayınca bazıları kendini ibadete verdi, ama çoğu politikaya karıştı, vergi toplama işine ve uluslararası ticarete başladılar, düzenleri bunlara izin veriyordu. Özel bir ticaret örgütü kurdu¬lar ve bu sayede on dördüncü yüzyılda Avrupa’da borcu olma¬yan tek devlet Teutonic (Germen) devleti oldu.(21) Ama onlarayın duvarlarında gelir, küçük parçalar ise

KEHRİBAR TAŞI KOLYE (KALİNİNGRAD)

ÖZEL ÜRÜNLER
KEHRİBAR TAŞI KOLYE
Fiyatı      :      SATILDI TL
Ürünün Özellikleri
  • 1.KALİTE BALTIK AMBERİ
  • 7GR
  • 925 AYAR GÜMÜŞ EL İŞÇİLİĞİ
  • AYNI GÜN KARGO
  • EŞİ YOK
  • KDV DAHİL
  • ÖZEL KUTUSUNDA
  • RUSYA/KALİNİNGRAD
  • VVS BERRAK IŞILTILI
Ürün Açıklaması Video Tanıtım Yorumlar

KEHRİBAR TAŞI KOLYE (KALİNİNGRAD)

Kehribar İngiltere’de Somerset’deki eski Cheddar Vadisinde büyük bir mağara vardır. Yüz yıldan fazla bir süre önce keşfedildiğin¬den beri bu

KEHRİBAR KOLYE

KEHRİBAR KOLYE

mağarada eski tarihe ait pek çok eski eser, kemik ve hatta dokuz bin yıllık bir oturan iskelet bulundu. Onu bulan Victoria’lı gemi kaptanının adına istinaden ‘Gough Mağarası’ denen bu mağarada 1950 yılında ayrıca en eski değerli bir taş bulundu. Aşınmış, yarı şeffaf karamela renginde, koyu kırmızı ve kirli olan bu taş yaklaşık bir düzine kredi kartı büyüklüğün¬de. (2) Bu bir kehribar parçasıdır ve en azından on iki bin yıl ön¬ce ticari amaçlı kullanıldığı söyleniyor. Çok değerli bir hazine

çeceğiz fa bu bölge binlerce yıl dünyanın en büyük kehribar
oynağı olmuştur.® Kehribar ticareti bu bölgede öylesine geliş¬miş ki, söylendiğine göre Balak Avrupa’sına Bronz Çağının ge¬lişini hızlandırmıştır. Gough Mağarasında bulunan kehribar parçasından başka, Avrupa’nın pek çok yerinde eski mezarlar¬da, mağaralarda ve hatta Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da, Taş Dev¬rinden günümüze kadar Baltık kehribarı ticaretinin yapıldığını gösteren ipuçları bulunmuştur. Eski Yunanda Kral Menela-us’un sarayını kehribarla kaplattığı ve bu sarayın Cennet Krallı¬ğı kadar muhteşem olduğu söylenir.P)

OTANTİK TAŞ FARKI İLE 925 AYAR GÜMÜŞ EL İŞÇİLİĞİ 1.KALİTE VVS BERRAK PARILTILI KALİNİNGRAD RUS AMBERİ KOLYE ÜRÜNÜMÜZ TEK PARÇA OLUP SATILDIĞINDA REYONUMUZDAN KALKAR.
Peki, ama neden? Günümüzde kehribar diğer değerli taşla¬rın yanında oldukça sönük kalmıştır. Bu taş hafif, yumuşak, ucuzdur ve pek de nadir sayılmaz. Fakat bazı tarihi yanılgılar ve olağandışı fiziksel özellikler nedeniyle bazen altından bile da¬ha değerli sayılmıştır. Eski fizikçiler bu taşla öylesine ilgilen¬mişler ki evrendeki en olağanüstü doğal fenomenlerden birine onun adını vermişler; ondan sonra bu taş hazine avcılarını, dik¬tatörleri, hırsızları, haçlı seferler askerlerini, bilim adamlarını, çılgınları ve film yapıcılarını harekete geçirmiş. Bazıları bu taşın Tanrının varlığını kanıtladığını söylerken bazıları da tam tersi¬ni iddia etmişler.Nineveh kralının bir dikilitaşa Kuzey Yıldızının olduğu yer¬den’ diye yazdırdığı gibi, Eski Yunanlılar kehribarın çok uzaklar¬dan geldiğini sanıyorlardı. Ağızlarını kapalı tutan satıcılar onla¬ra hiç bilgi vermediler. Fenikeliler modern Irak’a kadar bütün Akdeniz’de kehribar ticareti yaptılar. Onlar şimdiki Lübnan’da yaşayan tüccar ve kâşif bir ulustu ve günümüz değerli taş tüc-
Sdef araSmÎa nUma^- heŞm biraz uzennde bır sertlik degenne sahipti ve Mohs çok geçmeden S1yah kehnhar ma ve amber gibi organik’ taşların camdan daha yumuşak ama pek çok mineral taşın daha sert olduğunu anladı. Bu de-ğerler tartışılabilirdi, serdik numarası on oian elmas dokuz nu-maralı yakuttan daha sertti, ama bu sistem yine de kullanışlıy¬dı. Bunu evde de yapabilirsiniz: tırnakla çizilen bir şey ikinin al-tındadır; çakı ucuyla çizilen bir metal beşin altında ve kuvarsı çizen bir şey yedinin üstündedir. Mohs’un cetveli günümüzde bile taş değerlendirmede önemlidir. Bu kitabın yazılmasmdaki mantık budur ve bunu bilmek aynı zamanda taş seçimi için çok işe yarar. Elmas, yakut ve safir çok dayanıklı taşlardır ve bu ne denle yüzüklerde çok kullanılırlar. Sertlik numarası sekiz olan zümrüt biraz daha yumuşaktır, sertliği 2.5 civarında olan kehri-bar ise parlaklığını kolay kaybeder ve bu nedenle daha çok kü-pe ve kolyelerde kullanılır.

KEHRİBAR TAŞ KOLYE

KEHRİBAR TAŞ KOLYE

cartan gibi kaynaklannt kimseye adamazlar*. Bir Fenike ee ™ sının kaptanı kendisini izleyerek kalay kaynağa ^nmfk isteyen rakibin, cezalandırmak için kendi genLfi karaya oZÎ tu ve rakibinin de aynı akıbete uğramasına neden oldu.w> Bu nedenle eski dünya insanları kehribarın geldiği yer konusunda duydukları mitlere ve rivayetlere inanırlardık) ve bir ara, araba¬sının kontrolünü kaybederek nerdeyse bir dünya felaketine ne¬den olacak bir Yunanlı yarışçı gencin menkıbesine inandılar.
Menkıbeye göre Phaeton güneş tanrısının oğluydu. Her gün babasının arabayla gökyüzündeki yolculuğunu izler ve o da bu¬nu yapmak isterdi. Bir gün bu şansı yakaladı. Yedi kız kardeşi atlarını arabaya koşması için ona yardım ettiler ve o da kendi¬ne güvenen bir genç olarak yola çıktı. Ama eski mitlerde oldu¬ğu gibi burada da trajedi yaşandı. Neşeli genç arabanın kontro¬lünü kaybetti ve araba yoldan çıktı. Dünya tahrip olacaktı ama tanrıların kralı Zeus bir şimşek gönderip çocuğu öldürdü ve za¬rarı önledi. Phaeton’nun cesedi barbar kabilelerin Eridanus de¬diği bir kuzey nehrinin kıyısına düştü.

Kız kardeşleri ona yar¬dım ettikleri için cezalandırıldılar ve siyah kavak ağaçlarına dö¬nüştürüldüler. Kızlar güzel ve kibirli erkek kardeşlerinin kaderi¬ne ağlarken gözyaşları nehre düşerek kehribar oldu.(12)
M.Ö. beşinci yüzyıl yazarı Herodot bu hikâyeyi saçma buldu. Onu düşündüren şey kızların ağaca dönüşmesi ya da sihirli ara¬ba değil, Avrupa’nın dışına, kuzeye doğru akan nehirdi.

Çünkü Yunanlılar hemen tüm nehirlerin Akdeniz’e aktığını düşünür¬lerdi. Herodot Histories adlı eserinde, “Barbarların Eridanus de¬diği kuzeye akan nehre ve oradan kehribar çıktığına inanmıyo¬rum,” dedi. Ona göre Eridanus bir Yunan adıydı ve bu adı ko¬yan bir Yunanlı olmalıydı. Fakat en önemli konu ipucu olma¬masıydı: ‘Çok araştırmama rağmen Avrupa’nın o tarafında bir deniz gören hiç kimseye rastlamadım.’O çağda bir tarihçiye mantıklı itiraz edenler vardı, özellikle

Bu kehribar parçasının o mağaraya İngiltere’den bir yerler¬den mı (Wight Adasında bazı nadir kehribar parçalan bulun¬muştu) yoksa başka bir yerden mi geldiği ilk zamanlar anlaşı¬lamadı^) Fakat on dört yıl sonra New York Vassar Üniversite¬sinden bir profesör buna bir cevap buldu. Profesör diş doldur¬mada kullanılan bir aletle kehribardan minik bir parçayı ezdi ve enfraruj ışığı nasıl emdiğini inceledi, sonra bunun Baltık ori¬jinli*5) ve muhtemelen kırk milyon yıllık olduğunu söyledü6)

Kehribar Taşı

Kehribar Taşı

Aslında bir sürpriz sayılmazdı bu; dünyada kehribarın çoğu¬nun kuzey Avrupa Baltık bölgesinden geldiği bilinir. Fakat bu kehribar o kadar zaman önce Gough Mağarasına nasıl gelmiş¬ti? Bugün bile her yıl İngiltere’nin doğu sahillerine küçük mik¬tarlarda kehribar parçaları vurur, fakat Gough Mağarası kehriba¬rı geldiği zaman Britanya Adası hâlâ Avrupa kıtasına bağlıydı ve bu bağlantı ancak yaklaşık sekiz bin beş yüz yıl önce yok ol¬du. Baltık Denizi de önce tatlı sulu bir göldü ve Kuzey Denizi M.Ö. yaklaşık 5500’de çökerek meydana geldi. O halde bu keh¬ribar parçası orijini olan yerden Somerset’e ancak insan eliyle getirilmiş olabilirdi.
Bu kehribar parçası oraya kadar bir tek yolcunun kesesinde de gelmiş olabilir ama mesafe uzak olduğu için, oraya gelene kadar birkaç el değiştirmiş olması olasılığı daha yüksektir.P) Bu kehribar parçası gıda maddeleri, silah ve mühimmat, kürk ve daha birçok mal karşılığı olarak pek çok tüccarın elinden geç¬miş olabilir ve onun Somerset’e kadar gelişi de Avrupa’da Keh¬ribar Yolu denen ticaret yolunun ilk belirtilerinden biridir.
Kehribarın geldiği yolu geriye doğru izlemek için biz de İn-giltere’nin o zaman ormanlar ve ovalardan oluşan güney böl-gelerinden, eski kara köprüsü üzerinden bugün kuzey Fransa ve Hollanda olan topraklara geçeceğiz. Oradan kuzey Almanya.

de Karadeniz’in kuzeyindeki ülkeleri pek tanıyan ve o böl¬gen anlarla dolu ve girişin olanaksız olduğunaLnan^anh çılere kimse aldırmazdı. Fakat Herodot bunu açıklamadan önce konuyu iyice araştırmalıydı. Çünkü bu hikâyede ağlayan ağaç¬lar, şimşekler, değişimler, ölüm, güneşin ısısı ve kuzeye akan nehir vardı ve bunların hepsi de değerli taşın hikâyesini oluş¬turuyordu. Yunanlılar kehribara ‘güneş’ anlamına gelen elek¬tron derler, çünkü kehribar parlak sarıdan gün batımının kırmı¬zısına kadar güneşin tüm renklerini içerir, ovulunca tüyleri ve kuru otları çeker ve parıldar. Daha sonra İngiliz fizikçi kehribar¬daki bu çekme özelliğinin diğer bazı renkli taşlarda, camda, si¬yah kehribarda, mühür mumunda, sülfür ve reçinede de oldu¬ğunu gördü ve 1600’da bu özelliğe Yunanlıların kehribara ver¬diği ‘elektrik’ adını verdi.

Amber Taşı Kolye

Amber Taşı Kolye

Kehribar gerçekten de ağaçların gözyaşlarıdır, elbette kalın bir reçine üreten siyah kavaklann değil, ama milyonlarca yıl önce ya-şamış olan kozalaklı ağaçların gözyaşlandır. Yaprak dökmeyen ağaçların çoğu kendilerini tedavi için reçine üretirler ama bu tür reçinelerin kehribara dönüşmesi için özel bir şeylerin olması ge¬rekir. Bir teoriye göre bunun için küresel ısınma lâzımdır—yani dünyanın tarih öncesinde korkusuz Phaeton gibi davrandığı ve güneşin dünyaya çok yaklaştığı zamanlardaki gibi bir ısınma ge¬rekmektedir. Bir başka teoriye göre de bu bir gelişim sorunudur ve bazı ağaçlar çok gözyaşı dökecek şekilde programlanmıştır. Ya da belki ağaçlar bilinmeyen bir hastalığa yakalanarak zayıf düş¬müş ve kendilerini kurtarmaya çalışmışlardır.
Neden ne olursa olsun, tarih öncesi bir dönemde bazı koza¬laklı ağaçlar kendilerini tedavi için çok uğraşmışlardır. Günü¬müzde nadiren de olsa bulunan bazı kehribar topaklarının ağır¬lığı dört kiloyu bile geçer.C») O dönemlerde reçineler ağaçların dallarından elma gibi koparak ormanlarda otların üzerine dö¬külmüş ve hatta ağaç kabuklarının altında toplanarak sertleş-eyindeki evinden ayrıld, bunu yapan ilk Yun.nL yazardı o Kalay kaynaklarını gizleyen Fenikelilere rağmen “Kalay Adaları” olarak bilinen Britanya’ya gitti önce. Tekrar güneye dönmeden once kuzeye, İzlanda’ya çıkü.M Kalay ve buz dağlarını buldu ve gelgit olayıyla heyecanlandı. Artık kehribar bulma zamanı gel¬mişti. Pliny’ye göret15) Pytheas okyanusta ‘Mentonomon’ denen ve Germenlerin yaşadığı bir koy ya da haliçten söz etmişti, Aba-lus ya da Basilia denen bir adadan bir günlük mesafedeydi bu¬rası. İlkbaharda dalgalar bu adanın sahillerine kehribar atıyor¬du. Ada halkı kehribarı ateş yakmak için kullanıyor ve komşu¬ları olan başka Germenlere satıyorlardı.
Pytheas’ın gördüğü adanın neresi olduğu günümüzde bilinmi-yor ama sözünü ettiği koy büyük olasılıkla Jutland ya da Baltık’ta olabilir, orada yaşayanlar gerçekten de kehribar yakmışlardır. On parça kehribardan dokuzu satış için uygun değildir ve ateşe atıl¬dığı zaman çok güzel bir koku yayarak yanar. Günümüzde Al¬manlar kehribara ‘yanan taş’ anlamına gelen ‘Bemstein’ derler. Polonyalılar ise yine aynı anlamda bursztyn diyorlar.
Pytheas oraya gittiğinde o sahiller binlerce yıldan beri kehribar ticaretiyle uğraşıyordu. Ben yaklaşık 2300 yıl sonra aynı yere gittiğimde de hâlâ aynı aktivite vardı ama daha ziyade turistlere yönelik bir ticaretti bu.
Kehribarçıkarma Şampiyonu

Polonya’nın Gdansk limanının yaklaşık otuz kilometre do-ğusundaki Jantar’da yapılan ‘Kehribar-çıkarma Şampiyonasını görmek istediğim için kuzey denizi seyahatimi Ağustos ayına planladım. Daha önceki yıllarda çekilen şampiyonluk fotoğraf-larında, denizde yosunları arasından ağlarla kehribar çıkaran yarışmacılar görülüyordu. Ben de bu yarışmaya katılarak kuzeyAdam bana, “Kurallar değişti: diye cevap verdi. Dediğine eö re den.de çok fazla kehribar kaybı oluyordu” “Keh^b^Z da bu işte. Sız ararken o parçalar denizde yüzerek kayboluyor.”

Bakıkta kehribar avcJan

Kehribar deniz suyundan biraz daha hafiftir. Baltık denizinde fırtınalı havalarda deniz dibindeki kehribar parçaları dipten yük-selir ve sarı uyan lambaları gibi suyun üstüne çıkarlar. Sabah sa-atlerinde onları kayaların arasında yüzerken ya da kumlann üze-rinde görebilirsiniz. Bölge halkı can yeleği giyerek onları büyük balık kepçeleriyle toplar, eski İngilizlerin kehribara ‘kepçe taşı’ de meşinin nedeni de budur. Toplanan parçaların büyük çoğunluğu küçüktür ama arada sırada tuğla büyülüğünde olanlar da çıkar. Es¬ki Litvanyalılarm çocuklarına anlattıkları hikâyeye göre kehribar Jurate adlı denizkızının sarayından gelir, ama denizkızı yakışıklı bir balıkçıya âşık olunca bir fırtınada onu kaybeder ve evi de yı¬kılır. Litvanyalıların inancına göre büyük kehribar parçaları sara-

Kaliningrad Kehribar Kolye

Kaliningrad Kehribar Kolye

lar? Misyoner miydiler, paralı asker mi? Polonya müzelerinde onları genellikle romantik pozlarda, inançları için savdan be yaz kıyafetleri içinde görürsünüz ama gerçek biraz daha karma¬şıktır. Onlar hiç kuşkusuz Avrupa’da kehribarın puslu tarihinde daha az dikkat çekenler arasındadır.
Ortaçağda haçlı seferlerine gidenlerin çoğu gönüllüydü-. Hz. İsa’nın haçlı sancağı altında savaştılar ve dönüşlerine Papa on¬lara cennet vizesi vaat etti. Fakat Tapınak Şövalyeleri, Hospital-ler ve Germen Şövalyeleri hep askeri toplumlardı, fakirlere yar¬dım, dürüstlük, bekârlık ve itaat için hayat boyu yemin etmiş¬ler ve Hz. İsa düşmanlarıyla savaş sözü vermişlerdi. Haçlı sefer¬lerinin çoğu onları Kutsal Topraklara götürdü, fakat 1204’te, ya¬ni Germen Şövalyelerinin kuruluşundan altı yıl sonra. Papa In-nocent III Ortodoks keşişlerinin Rusya’dan batıya gittiklerini ve Baltık putperestlerini Ortodoks yapacaklarını öğrendi. Papa bir grup Germen Şövalyesini bu konuda araştırmayla görevlendir¬di. Rahat yaşam ve servet arayan ve içlerinde pek çok da suçlu
Germen Şövalyelerinin Marienbetiğ yada Malbork Kalesi

ve sabıkalı olan Germen maceracılara) üç yüz yıldan fazla bir sure bölgede kaldılar.Bu askerler Prusya’yı aldıktan sonra Estonya, Letonya ve Lat-via üzerine gittiler, çok toprak aldılar ama insanları kazanama¬dılar. Tarlalarda ürünler, hayvanlar yakıldı, aileler katledildi. İn¬sanlar korktular ve Germenleri Tanrısına ibadet etmeyi kabul ettiler. Şövalyeler güçlü dönemlerinde Prusya ve komşu ülke¬lerdeki yaklaşık yüz yirmi şatoyu kontrolleri altında tuttular ve bu bölgelerde insanlar hep korku içinde yaşadılar. Peter Olins Latvia’da Teutonic (Germen) Şövalyleri adlı eserinde*1′) Baltık halklarının umutsuzluğunu anlatır: Rus rahipler onları Orto¬doks olarak vaftiz ederler, Teutonic rahipler gelir ve onları bu kez Katolik olarak vaftiz ederler, ama Ruslar onları tekrar kendi kiliselerine çekerler. ‘Sonra Danimarkalılar ve İsveçliler geldiler ve Almanların vaftiz ettiği insanları yeniden vaftiz ettiler, ama Almanlar tekrar kendi rahiplerini gönderdiler. Danimarkalılar Alman vaftizini kabul eden bazılarını astılar.’ Özellikle Latvia’lı-lar dehşet içindeydiler. Bir süre sonra kıyılarına gelen rahipleri bir grup karşıladı ve onlara, “Biz zaten vaftiz olduk. Daha ne is¬tiyorsunuz bizden?” dediler.

KEHRİBAR TAŞ KOLYE

KEHRİBAR TAŞ KOLYE

Şövalyeler halkı vaftiz için zorlamadıkları zaman canları sıkı-lıyordu. Ormanlarda avlanmaları ve kadınlara kur yapmaları yasaktı ki bunlar onların en büyük eğlencesiydi. Bekârlık yemi¬nini bir kadınla bozan şövalye bir yıl süreyle hizmetkârlık yapı¬yor, bir erkekle ilişkiye giren ise idam ediliyordu.*20) Bu şövalye—keşişler içki içemez, at üstünde mızrak dövüşü yapamaz ama bu tür dövüşleri seyredebilirlerdi. Böylece yapacak işleri kalmayınca bazıları kendini ibadete verdi, ama çoğu politikaya karıştı, vergi toplama işine ve uluslararası ticarete başladılar, düzenleri bunlara izin veriyordu. Özel bir ticaret örgütü kurdu¬lar ve bu sayede on dördüncü yüzyılda Avrupa’da borcu olma¬yan tek devlet Teutonic (Germen) devleti oldu.(21) Ama onlarayın duvarlarında gelir, küçük parçalar ise