OTANT�K TA�

Lal Taşı (BALHAŞ, SEYLAN TAŞI)

V MAKALELER
LAL TAŞI
Fiyatı      :      TL
Ürünün Özellikleri
  • LAL TAŞI
  • MAKALE

Lal Taşı (BALHAŞ, SEYLAN TAŞI)

LAL TAŞI

LAL TAŞI

Lal Taşı, yakut cinsinden olup, yakuttan daha açık renkte “kırmızı ve değerli bir süs taşı”dır. Pala’ nın Dehhuda’dan aktardığı bilgiye göre Lal, İbrânîce’den Farsçaya, oradan da Arapçaya geçmiş bir kelimedir
Rivayete göre bu taş, madeninden beyaz renkte çıkardırmış. Daha sonra taze ciğer kanıyla boyanıp, güneşte pişirilerek kırmızı renkli bir taş olması sağlanırmış191. Bu durum edebiyatta çile çeken aşığın da halini sembolize eder. Sâbit, sevgilinin Lal dudağının hayaliyle içtiği ciğer kanının gözünden parça parça çıktığını söyleyerek, Lalin renginin oluşumuna telmihte bulunuyor:

Hayâl-i Lalüne nûş itdügüm hûn-ı ciger şimdi
Gözümden çıkdı zûr-ı giryeden pergâle pergâle (Sâbit/Karacan, 1991: 493)
Efsanelerde Lal, İskender’le birlikte anılır. “Dürr-i Meknûn”da geçen efsande, İskender zulümâta girdiğinde karşısına laciverd taşından bir dağ çıkar. Bu dağın üzerinde bir tabut vardır. İskender içinde çeşme bulunan bu dağdan bir kiliseye gelir. Burada tabut içinde murassa altına gark olmuş bir ceset bulur. Cesedin gövdesi insan bedeni, başı domuz başı gibidir. İskender, cesedi görünce ibret alır ve dünya malına tamah etmekten vazgeçer. İskender, gece deniz kenarından geçerken, denizden dağ gibi bir canavar çıkar. Ağzında geceleyin ışık veren bir Lal vardır. Canavar Lali yere koyup ışığına karşı otlamaya başlar. Bu sırada canavarı gören bir kişinin bağırması üzerine Lali bırakıp denize kaçar. Orada bulunan balıkçılar, taşı Keyhüsrev’e götürürler. Kayhüsrev, eni ve uzunluğu bir arşın olan Lale bakınca, içinde yedi iklimi yani dağları, denizleri, şehirleri, adaları ve hazineleri görür. Sonra cam-ı cihan-nümâ adını verdiği bu taşı bir tepe yaptırıp üzerine koyar ve onunla dünyanın hazinelerini toplar. Kitapta Keyhüsrev’le kastedilenin, İskender, Hz. Süleyman, Hz. Musa, Efrasiyâb olabileceği de
192
Devellioğlu, age, s. 541.
Pala, “Lal”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 27, Ankara, 2003, s. 69-70. Pala, a.g.an.m., C. 27, s. 69-70.
Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan, age, (Hzl. Necdet Sakaoğlu), s. 103-111.
belirtilmiştir . “Tuhfe-i Murâdî”de bu taş yakut olarak geçmektedir.
Lal, Klasik Türk Şiiri’nde adı en çok anılan taşlar arasında yer alır. Kırmızı renginden dolayı sevgilinin dudağına, aşığın kanlı gözyaşına, şaraba, kana teşbih edilir. Bu taş, “Lal-i âb-dâr (güzelin dudağı), Lal-i Bedahşân (Bedahşan yaktu), Lal-i dürr-efşân (inci saçan, arasından inci gibi dişler görünen dudak), Lal-i gül-feşân (gül saçan dudak), Lal-i kehrübâ (sevgilinin dudağı), Lal-i mey-gûn (kırmızı dudak), Lal-i mûzab (şarap, kan), Lal-i nâb (saf dudak, kıpkırmızı dudak), Lal-i nâ-sûhte (işlenmemiş Lal), Lal-i revân (şarap), Lal-i sâkî (sâkînin dudağı), Lal-i şeker-bâr (şeker saçan, şeker döken dudak; sevgilinin dudağı), Lal-i yâkût (kıymetli bir taş, grena taşı, seylan taşı), Lal-veş (yakut gibi), Lal-istan (yakutu çok olan ülke)” gibi tamlamalarla birlikte sıkça kullanılır.
Her ne dem kim târ-ı tanbûra ura mızrâbını
Lal olur gülşende mürg-i hoş-nevâ âvâzdan (Remzî/Güven, 2005: 249)

Sevgilinin dudağı, âşıklar için Lal taşı gibi değerlidir: Lebün Lal ü dehânun ma’den-i dür
Lisânun vahy-i Hak söyler Muhammed (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 43)
Âşıkların kanlı gözyaşı, kimi zaman Lal taşı olur. Nâilî, gözünden akan yaşların yakuttan tabağa Lal ve inci gibi döküldüğünü söyler:

Arûs-ı mâtemine dîdeden nisâr edelim
Dizip tabakçe-i yâkûta Lal ü mürvârid (Nâilî/İpekten, 1990: 45)
Kadeh, şarap ve Lalin bir arada kullanıldığı beyitler edebiyatımızda oldukça fazladır:

Ehl-i bezme câm-ı Lali şöyle te’sîr itdi kim
Bâde-i pür-şûr mest ü sâgar-ı gerdân mest (Yahyâ/Ertem, 1995: 41)

Bu âşûba mey-i Lalün midür sahbâ mıdur bâ’is
Kıyâmet mi kopar ol kâmeti bâlâ mıdur bâ’is (Yahyâ/Ertem, 1995: 41)

Lal-i lebünle bâde-i nâb itdi imtizâc
Alışdı biri biri ile iki ter-mizâc (Yahyâ/Ertem, 1995: 43)
Yâr açup mir’âtı bakdukça açılmış gül sanur
Aks-i Lalin sâgar-ı Laline konmuş mül sanur (Yahyâ/Ertem, 1995: 58)

Kalmışuzdur bâdenün keyfiyyetin idrâkden
‘Aklımuz almışdur ey sâkî o Lal-i nâblar (Yahyâ/Ertem, 1995: 75)

Sen inleme kim bezm-i mahabbetde yerün yok
Mest itdi seni bâde-i Lali haberün yok (Yahyâ/Ertem, 1995 : 118)

Çekmem mey ü câm minnetin ben
Mest-i mey-i Lal-i dil-rübâyum (Yahyâ/Ertem, 1995: 146) Mey-i Lal-i lebünle kan mest-i sohbetün kimdür
Benüm gibi ya hûn-âşâm-ı derd ü mihnetün kimdür (Sükkerî/Erol, 1994: 163) Bâga gitmem çemen-i sebz-i bahâr olmayıcak
Bâde içmem mey-i Lal-i leb-i yâr olmayıcak (Sükkerî/Erol, 1994: 199)
Nâilî, kadehte oluşan kabarcıkları, sevgilinin Lal renkli dudağında meydana gelen uçuğun yansıması olarak hayal eder. Sükkerî de sevgilinin kırmızı dudağı, şarap ve uçuk arasında renk bakımından ilişki kurar:

Pür-cûş-ı aks-i Lal-i teb-hâle-dârın olsun
Her sunduğun kadehte sâkî habâb göster (Nâilî/İpekten, 1990: 184)

Pür-sûz-ı reşk-i nûş-ı mey-i Lalünü senün
Teb-hâle-i niyâz-ı kenâr-ı lebüm budur (Sükkerî/Erol, 1994: 177)
Bir başka beyitinde gönül, Lal renkli dudağının kırmızı şarabıyla arslan tutacak kadar sarhoş olmuştur:

Olup mest-i şarâb-ı şîrgîr-i Lal-i nâbın dil
Müjenle pençeleşmiş gamzene şîrâne el sunmuş (Nâilî/İpekten, 1990:232)

Sâbit Lal renkli dudağın kadehinden şefaat umar: Câm-ı Lalünden umar feyz-i şefâ’at Sâbit
Koya bir kâse-i Kevser o güneh-kâra fedâ (Sâbit/Karacan, 1991: 351)
Mezâkî, sevgilinin Lal dudağınının kadehi öpmesi durumunda, mecliste fitne çıkacağını söyler:

Ey Mezâkî yine bir fitne kopar meclisde
Öpmesün Lal-i leb-i dil-beri zinhâr kadeh (Mezâkî/Mermer, 1991: 311)
Kan ve Lal taşının kırmızı olması nedeniye birlikte kullanıldığı görülür. Sâbit bu ilişkiyi en zarif şekliyle dile getirir. Gülün, bülbülden akan kanlara Lal renkli leğen tutmasıyla bülbül diken yarasından memnun olur:

Gül taşt-ı Lal-gûnını tutmakla hûnına
Memnûn-ı zahm-ı nişter-i hâr oldı ‘andelîb (Sâbit/Karacan, 1991: 309)

 

Yine sevgilinin Lal gibi kırmızı dudağının düşüncesi, misk veren ahunun göbeğini kanla doldurur:

Derûn-ı nâfe kim endîşe-i Lalünle demdür heb
Vücûdı celb-i bûy-ı zülf hırsından şikemdür heb (Sâbit/Karacan, 1991: 364)
Şeyhülislâm Yahyâ ve Râmî sevgilinin Lal dudağının ayrılığından dolayı gözünden kanlı yaşlar akıtır:

Ey Lal-i yâr hicri ile kan olan yaşum
Lü’lü dişi gamı ile ‘ummân olan yaşum (Yahyâ/Ertem, 1995: 149) Hasret-i Lal-i lebünle dil-i gonce pür-hûn
Fürkat-i çeşmün ile dîde-i nergis hûn-bâr (Râmî/Hamami, 2001: 176) Gam-ı Lali-y-le ciger kan ile toldı Râmî
Olayın bârî yine şâm u seher bâde-perest (Râmî/Hamami, 2001: 335)

Râmî sevgilinin kırmızı Lal renkli yanağının gözyaşına yansıdığını, böylece gözünden kanlı yaşlar aktığını tahayyül eder:

‘Aks eyledi o ruhlar çeşmümde eşk-i terde
Hûnîn akar sirişküm mânend-i Lal-i ahmer (Râmî/Hamami, 2001: 362)

Hasret-i Lalinle mey nûş etse hûn-ı derd olur
Mesti aşkın neşve-i câm-ı safa bilmez nedir (Nâilî/İpekten, 1990: 173) Meyhane cur’alarla Bedehşân u her humu
Yâkût-ı nâb u Lal-i müzâb ile kanlanır (Nâilî/İpekten, 1990: 174) Neyleriz sahbâyı biz ol Lal-i nâbın mestiyiz
Âb u âteşden muhammer bir şarâbın mestiyiz (Nâilî/İpekten, 1990: 228) Sâkî elünde rengîn-câm-ı şarâb göster
Elmâs-ı sâgar içre Lal-i müzâb göster (Mezâkî/Mermer, 1991: 328) Reng-i yâkût-ı pesendân-ı şarâb-ı gül-gûn
Dürr ü gevher yerine Lal-i müzâb isterler (Mezâkî/Mermer, 1991: 344) Böyle kalursa rîziş-i hûn-âb-ı çeşm-i ter
Hem-reng-i Lal-i nâb olur seng-i hâremüz (Mezâkî/Mermer, 1991: 398) Sâkî-i bezmin aceb mi Lal-i nâbı yâdına
Nûş-ı bâde etsem ey sûfî misâl-i kan sürh (Remzî/Güven, 2005: 71) Aks-i Lalinle gözüm yaşın akıtdı kan gibi
Gûyiyâ olmuşdurur âlemde cûy-ı câri sürh (Remzî/Güven, 2005: 71)

Lal-hat ilişkisi Klasik Türk Şiiri’nde sıkça kullanılan unsurlar arasında yer alır. Sevgilinin Lal taşına benzeyen dudaklarının çevresinde çıkan ayva tüyleri, dünyaya güzellik saçmaktadır. Sâbit bunu hüsn ilaçlarının en güzeli olarak tanımlar. Mezâkî sevgilinin taze ayva tüylerini ve kırmızı Lal dudağını seyredenin ona hased edeceğini vurgular:

Devâ-yı miske girmez derd-mend-i ‘ışka em olmaz
Hat-ı Lalün ki hüsn eczâsınun a’lâlarındandur (Sâbit/Karacan, 1991: 401 ) Târîkî-i hatunda görürse leb-i Lalün
Hızr-ı dil olur zinde-i câvîd-i mahabbet (Sâbit/Karacan, 1991: 366) Nev-resîde hat ile Lal-i lebün seyr ideli
Kim ider Hızr ile ser-çeşme-i hayvâna hased (Mezâkî/Mermer, 1991: 313)
Lal-su münasebeti, Lal renkli dudağın, âb-ı hayat olarak tasavvur edilişindendir. Ayrıca bunda taşın ağza alındığında susuzluğu gidereceği inancı da etkilidir. Bu yüzden âb, âb-ı hayât, âb-ı hayvân, çeşme, Kevser, zemzem, teşne, revân, eşk, sirişk gibi kelimelerle bir arada kullanılır:

Kûze-i kadri şikest oldı gibi Lalünde
Çeşmeden tıfl-ı sirişküm yine giryân geliyor (Sâbit/Karacan, 1991: 204) İsterisen ey halîl-i cân sevâb-ı Ka’beyi
Teşne-leb uşşâka eyle zemzem-i Lalin sebîl (Remzî/Güven, 2005: 218) Kûyunda gönül hasretî-i Lal-i lebündür
Ol Ka’be-nişîn teşne-leb-i zemzeme benzer (Mezâkî/Mermer, 1991: 333) Der-kenâr itmiş anı bahr-i melâhat-gûyiyâ
Hâl-i ‘anber-bû ki Lal-i âb-dâr üstündedür (Mezâkî/Mermer, 1991: 376) Kim eylemez ol Lal-i revân-bahşı görince
Zehr-i şeker-âlûde-i düşmâna tahammül (Mezâkî/Mermer, 1991: 460) Harîk-i nâr-ı hicrânın olan dil-teşneler cânâ
Senin Lal-i revân-bahşın bilir anı zülâl-âsâ (Remzî/Güven, 2005: 27) Teşne-leb âşıkın ey Hızr-likâ âlemi de
Leb-i Lalin gibi şol çeşme-i hayvâna ilet (Remzî/Güven, 2005: 41) Cür’a-i cân-bahşına leb-teşnedir Hızr u Mesîh
Âb-ı hayvânsın yâhud Lal-i leb-i cânânesin (Nef’î/Akkuş, 1993: 262) Âbsın ma’nâda ammâ âb-ı âteş-pâresin
Lalsin sûretde reng-i rûy ile ammâ nesin (Nef’î/Akkuş, 1993: 262) Sirişk katreleri gâhî Lal-i ter görinür
Metâ-ı hurde-furûş içrede neler görinür (Yahyâ/Ertem, 1995: 91)

Teşneye âb-ı hayâta reh-ber olmakdur hemân
Âşıka dil-ber ki Lal-i âb-dârın gösterür (Sükkerî/Erol, 1994: 173)

Sevgilinin dudağı, hatem yani kırmızı Lal’den bir mühürdür: Nâm-ı vefâya hâtem-i Lal idi lebleri
Resm-i tegâfül olmasa nakş-ı nigîn-i nâz (Mezâkî/Mermer, 1991: 410) Dehânunda nişân-ı nâz zahmundan dil oldı çâk
Kim olmışdur diyü ol hâtem-i Lal-i lebe hakkâk (Sükkerî/Erol, 1994: 200) Nazar kıl hatt-ı mûyın hâme-i mihr-i leb-i yâre
Hemân nakş-ı hat-ı yâkûtdur Lalin-nigîn üzre (Sükkerî/Erol, 1994: 225)
Kırmızı renkli taşlarla kırmızı bir meyvenin tercih edilişi dikkat çekicidir: O şûha Lal ile yâkûtı eyledüm ilbâs
Egildi servi olup bâga dal basdı kirâs (Sâbit/Karacan, 1991: 427)

N’ola fahr eylesem neşv ü nümâ-yı bâg-ı medhünle
Ki dürc-i fikrimi pervâne-i Lal-i enâr eyler (Mezâkî/Mermer, 1991: 191)

Enârî, aynı zamanda rummânî gibi bir Lal çeşididir: Lal-i rummânî-i vasfunla pür oldı tab’um
Hoş-nümâ olsa n’ola dâneleri hem-çü enâr (Mezâkî/Mermer, 1991: 201) Miyân-ı encümen içre olurdı hirmen-i gül
Fürûğ-ı ahker-i pür-sûz-i Lal-i remmânî (Râmî/Hamami, 2001: 145) Hokka-i câna dürr-i dendânı
Girde olurdı Lal-i remmânî (Râmî/Hamami, 2001: 578)
Daha önce de belirtildiği üzere, Lal-i Bedahşân tamlaması yakut anlamına gelir ve beyitlerde bu anlamıyla kullanılır:

Nazmum var iken gayrı ko kıymetde bir olmaz
Har-mühre ile Lal-i Bedahşân-ı zamâne (Mezâkî/Mermer, 1991: 211) Gel gör güher-şinâsî-i ehl-i temîzi kim
Seng-i siyâhı Lal-i Bedahşân sanur gören (Mezâkî/Mermer, 1991: 498)

Yüzün şems-i duhâdur ey benüm mihr-i dırahşânum Lebün Lal-i bedahşândur benüm serv-i hırâmânum Nedür cevr ü cefâ itmek bu Bahtî’ye benüm cânum
Gönül virdüm sana kul oldum eyle derde dermânum (I. Ahmed/Kayaalp, 1999: 234) Ş öyle gevher-pâş oldı bâga sultân-ı bahâr
Lâle câm-ı işretin Lal-i Bedahşân eyledi (Yahyâ/Ertem, 1995: 9) Yâd-ı leb-i dildâr ile bu eşkimi görüp
Hâce ede mi Lal-i Bedahşânı temâşâ (Remzî/Güven, 2005: 26) Yâd-ı leb-i yâr ile bu kanlı yaşım seyr edip
Hâceler bâzârda Lal-i Bedahşân istemez (Remzî/Güven, 2005: 112)
Taşların en önemli özelliklerinden birisi de, yüzük, küpe, kolye, kemer gibi takılara işlenmesidir. Şeyhülislâm Yahyâ, sevgilinin boynunda asılı kolyenin, kendi kanı olduğu şeklinde güzel bir tabloyu gözümüzde canlandırır:

Helâk oldum görince gerdenünde Lal-i mengûşun
Niçün alursın ey rûh-ı revânum boynuna kanum (Yahyâ/Ertem, 1995: 148) Degüldür gûş-vâr-ı Lal bir lü’lü-yi lâlâdur
Görinür surh yârün reng-i rûy-ı tâb-dârından (Yahyâ/Ertem, 1995: 165)
Remzî, sevgilinin dişlerini, Lal taşından yapılmış kutu içinde tek taneli inci olarak tasvir eder:

Dehânında o dil-dârın görünen sanmanız dendân
O Lalin dürc içinde münderic dür-dâne olmak var (Remzî/Güven, 2005: 290) Agzı içre ol cüvân-ı meh-veşin dendânını
Benzetirler dürc-i Lalin içre dürr ü gevhere (Remzî/Güven, 2005: 324)

Kaftanların değerli taşlarla süslenmesi, beyitlere de yansımıştır: Fürûzân câm-ı meyle elde nahl-i Tûr zanneyler
Gören Lalîn-kabâyı sâkî-i Tûbâ-hırâm üzre (Nâilî/İpekten, 1990: 95)
Bazı beyitlerde Lal, yakut gibi cevherlerin değerinin azaldığı, bunun yerine güzellerin süs olarak çiçek taktıkları görülür:

Lâle vü gül takınur oldı güzeller şimdi hep
Lal ü gevher kıymetin ezhâr erzân eyledi (Yahyâ/Ertem, 1995: 9) 1.5.1.

Lal Taşı (BALHAŞ, SEYLAN TAŞI)

V MAKALELER
LAL TAŞI
Fiyatı      :      TL
Ürünün Özellikleri
  • LAL TAŞI
  • MAKALE
Ürün Açıklaması Video Tanıtım Yorumlar

Lal Taşı (BALHAŞ, SEYLAN TAŞI)

LAL TAŞI

LAL TAŞI

Lal Taşı, yakut cinsinden olup, yakuttan daha açık renkte “kırmızı ve değerli bir süs taşı”dır. Pala’ nın Dehhuda’dan aktardığı bilgiye göre Lal, İbrânîce’den Farsçaya, oradan da Arapçaya geçmiş bir kelimedir
Rivayete göre bu taş, madeninden beyaz renkte çıkardırmış. Daha sonra taze ciğer kanıyla boyanıp, güneşte pişirilerek kırmızı renkli bir taş olması sağlanırmış191. Bu durum edebiyatta çile çeken aşığın da halini sembolize eder. Sâbit, sevgilinin Lal dudağının hayaliyle içtiği ciğer kanının gözünden parça parça çıktığını söyleyerek, Lalin renginin oluşumuna telmihte bulunuyor:

Hayâl-i Lalüne nûş itdügüm hûn-ı ciger şimdi
Gözümden çıkdı zûr-ı giryeden pergâle pergâle (Sâbit/Karacan, 1991: 493)
Efsanelerde Lal, İskender’le birlikte anılır. “Dürr-i Meknûn”da geçen efsande, İskender zulümâta girdiğinde karşısına laciverd taşından bir dağ çıkar. Bu dağın üzerinde bir tabut vardır. İskender içinde çeşme bulunan bu dağdan bir kiliseye gelir. Burada tabut içinde murassa altına gark olmuş bir ceset bulur. Cesedin gövdesi insan bedeni, başı domuz başı gibidir. İskender, cesedi görünce ibret alır ve dünya malına tamah etmekten vazgeçer. İskender, gece deniz kenarından geçerken, denizden dağ gibi bir canavar çıkar. Ağzında geceleyin ışık veren bir Lal vardır. Canavar Lali yere koyup ışığına karşı otlamaya başlar. Bu sırada canavarı gören bir kişinin bağırması üzerine Lali bırakıp denize kaçar. Orada bulunan balıkçılar, taşı Keyhüsrev’e götürürler. Kayhüsrev, eni ve uzunluğu bir arşın olan Lale bakınca, içinde yedi iklimi yani dağları, denizleri, şehirleri, adaları ve hazineleri görür. Sonra cam-ı cihan-nümâ adını verdiği bu taşı bir tepe yaptırıp üzerine koyar ve onunla dünyanın hazinelerini toplar. Kitapta Keyhüsrev’le kastedilenin, İskender, Hz. Süleyman, Hz. Musa, Efrasiyâb olabileceği de
192
Devellioğlu, age, s. 541.
Pala, “Lal”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 27, Ankara, 2003, s. 69-70. Pala, a.g.an.m., C. 27, s. 69-70.
Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan, age, (Hzl. Necdet Sakaoğlu), s. 103-111.
belirtilmiştir . “Tuhfe-i Murâdî”de bu taş yakut olarak geçmektedir.
Lal, Klasik Türk Şiiri’nde adı en çok anılan taşlar arasında yer alır. Kırmızı renginden dolayı sevgilinin dudağına, aşığın kanlı gözyaşına, şaraba, kana teşbih edilir. Bu taş, “Lal-i âb-dâr (güzelin dudağı), Lal-i Bedahşân (Bedahşan yaktu), Lal-i dürr-efşân (inci saçan, arasından inci gibi dişler görünen dudak), Lal-i gül-feşân (gül saçan dudak), Lal-i kehrübâ (sevgilinin dudağı), Lal-i mey-gûn (kırmızı dudak), Lal-i mûzab (şarap, kan), Lal-i nâb (saf dudak, kıpkırmızı dudak), Lal-i nâ-sûhte (işlenmemiş Lal), Lal-i revân (şarap), Lal-i sâkî (sâkînin dudağı), Lal-i şeker-bâr (şeker saçan, şeker döken dudak; sevgilinin dudağı), Lal-i yâkût (kıymetli bir taş, grena taşı, seylan taşı), Lal-veş (yakut gibi), Lal-istan (yakutu çok olan ülke)” gibi tamlamalarla birlikte sıkça kullanılır.
Her ne dem kim târ-ı tanbûra ura mızrâbını
Lal olur gülşende mürg-i hoş-nevâ âvâzdan (Remzî/Güven, 2005: 249)

Sevgilinin dudağı, âşıklar için Lal taşı gibi değerlidir: Lebün Lal ü dehânun ma’den-i dür
Lisânun vahy-i Hak söyler Muhammed (Niyâzî-i Mısrî/Erdoğan, 1998: 43)
Âşıkların kanlı gözyaşı, kimi zaman Lal taşı olur. Nâilî, gözünden akan yaşların yakuttan tabağa Lal ve inci gibi döküldüğünü söyler:

Arûs-ı mâtemine dîdeden nisâr edelim
Dizip tabakçe-i yâkûta Lal ü mürvârid (Nâilî/İpekten, 1990: 45)
Kadeh, şarap ve Lalin bir arada kullanıldığı beyitler edebiyatımızda oldukça fazladır:

Ehl-i bezme câm-ı Lali şöyle te’sîr itdi kim
Bâde-i pür-şûr mest ü sâgar-ı gerdân mest (Yahyâ/Ertem, 1995: 41)

Bu âşûba mey-i Lalün midür sahbâ mıdur bâ’is
Kıyâmet mi kopar ol kâmeti bâlâ mıdur bâ’is (Yahyâ/Ertem, 1995: 41)

Lal-i lebünle bâde-i nâb itdi imtizâc
Alışdı biri biri ile iki ter-mizâc (Yahyâ/Ertem, 1995: 43)
Yâr açup mir’âtı bakdukça açılmış gül sanur
Aks-i Lalin sâgar-ı Laline konmuş mül sanur (Yahyâ/Ertem, 1995: 58)

Kalmışuzdur bâdenün keyfiyyetin idrâkden
‘Aklımuz almışdur ey sâkî o Lal-i nâblar (Yahyâ/Ertem, 1995: 75)

Sen inleme kim bezm-i mahabbetde yerün yok
Mest itdi seni bâde-i Lali haberün yok (Yahyâ/Ertem, 1995 : 118)

Çekmem mey ü câm minnetin ben
Mest-i mey-i Lal-i dil-rübâyum (Yahyâ/Ertem, 1995: 146) Mey-i Lal-i lebünle kan mest-i sohbetün kimdür
Benüm gibi ya hûn-âşâm-ı derd ü mihnetün kimdür (Sükkerî/Erol, 1994: 163) Bâga gitmem çemen-i sebz-i bahâr olmayıcak
Bâde içmem mey-i Lal-i leb-i yâr olmayıcak (Sükkerî/Erol, 1994: 199)
Nâilî, kadehte oluşan kabarcıkları, sevgilinin Lal renkli dudağında meydana gelen uçuğun yansıması olarak hayal eder. Sükkerî de sevgilinin kırmızı dudağı, şarap ve uçuk arasında renk bakımından ilişki kurar:

Pür-cûş-ı aks-i Lal-i teb-hâle-dârın olsun
Her sunduğun kadehte sâkî habâb göster (Nâilî/İpekten, 1990: 184)

Pür-sûz-ı reşk-i nûş-ı mey-i Lalünü senün
Teb-hâle-i niyâz-ı kenâr-ı lebüm budur (Sükkerî/Erol, 1994: 177)
Bir başka beyitinde gönül, Lal renkli dudağının kırmızı şarabıyla arslan tutacak kadar sarhoş olmuştur:

Olup mest-i şarâb-ı şîrgîr-i Lal-i nâbın dil
Müjenle pençeleşmiş gamzene şîrâne el sunmuş (Nâilî/İpekten, 1990:232)

Sâbit Lal renkli dudağın kadehinden şefaat umar: Câm-ı Lalünden umar feyz-i şefâ’at Sâbit
Koya bir kâse-i Kevser o güneh-kâra fedâ (Sâbit/Karacan, 1991: 351)
Mezâkî, sevgilinin Lal dudağınının kadehi öpmesi durumunda, mecliste fitne çıkacağını söyler:

Ey Mezâkî yine bir fitne kopar meclisde
Öpmesün Lal-i leb-i dil-beri zinhâr kadeh (Mezâkî/Mermer, 1991: 311)
Kan ve Lal taşının kırmızı olması nedeniye birlikte kullanıldığı görülür. Sâbit bu ilişkiyi en zarif şekliyle dile getirir. Gülün, bülbülden akan kanlara Lal renkli leğen tutmasıyla bülbül diken yarasından memnun olur:

Gül taşt-ı Lal-gûnını tutmakla hûnına
Memnûn-ı zahm-ı nişter-i hâr oldı ‘andelîb (Sâbit/Karacan, 1991: 309)

 

Yine sevgilinin Lal gibi kırmızı dudağının düşüncesi, misk veren ahunun göbeğini kanla doldurur:

Derûn-ı nâfe kim endîşe-i Lalünle demdür heb
Vücûdı celb-i bûy-ı zülf hırsından şikemdür heb (Sâbit/Karacan, 1991: 364)
Şeyhülislâm Yahyâ ve Râmî sevgilinin Lal dudağının ayrılığından dolayı gözünden kanlı yaşlar akıtır:

Ey Lal-i yâr hicri ile kan olan yaşum
Lü’lü dişi gamı ile ‘ummân olan yaşum (Yahyâ/Ertem, 1995: 149) Hasret-i Lal-i lebünle dil-i gonce pür-hûn
Fürkat-i çeşmün ile dîde-i nergis hûn-bâr (Râmî/Hamami, 2001: 176) Gam-ı Lali-y-le ciger kan ile toldı Râmî
Olayın bârî yine şâm u seher bâde-perest (Râmî/Hamami, 2001: 335)

Râmî sevgilinin kırmızı Lal renkli yanağının gözyaşına yansıdığını, böylece gözünden kanlı yaşlar aktığını tahayyül eder:

‘Aks eyledi o ruhlar çeşmümde eşk-i terde
Hûnîn akar sirişküm mânend-i Lal-i ahmer (Râmî/Hamami, 2001: 362)

Hasret-i Lalinle mey nûş etse hûn-ı derd olur
Mesti aşkın neşve-i câm-ı safa bilmez nedir (Nâilî/İpekten, 1990: 173) Meyhane cur’alarla Bedehşân u her humu
Yâkût-ı nâb u Lal-i müzâb ile kanlanır (Nâilî/İpekten, 1990: 174) Neyleriz sahbâyı biz ol Lal-i nâbın mestiyiz
Âb u âteşden muhammer bir şarâbın mestiyiz (Nâilî/İpekten, 1990: 228) Sâkî elünde rengîn-câm-ı şarâb göster
Elmâs-ı sâgar içre Lal-i müzâb göster (Mezâkî/Mermer, 1991: 328) Reng-i yâkût-ı pesendân-ı şarâb-ı gül-gûn
Dürr ü gevher yerine Lal-i müzâb isterler (Mezâkî/Mermer, 1991: 344) Böyle kalursa rîziş-i hûn-âb-ı çeşm-i ter
Hem-reng-i Lal-i nâb olur seng-i hâremüz (Mezâkî/Mermer, 1991: 398) Sâkî-i bezmin aceb mi Lal-i nâbı yâdına
Nûş-ı bâde etsem ey sûfî misâl-i kan sürh (Remzî/Güven, 2005: 71) Aks-i Lalinle gözüm yaşın akıtdı kan gibi
Gûyiyâ olmuşdurur âlemde cûy-ı câri sürh (Remzî/Güven, 2005: 71)

Lal-hat ilişkisi Klasik Türk Şiiri’nde sıkça kullanılan unsurlar arasında yer alır. Sevgilinin Lal taşına benzeyen dudaklarının çevresinde çıkan ayva tüyleri, dünyaya güzellik saçmaktadır. Sâbit bunu hüsn ilaçlarının en güzeli olarak tanımlar. Mezâkî sevgilinin taze ayva tüylerini ve kırmızı Lal dudağını seyredenin ona hased edeceğini vurgular:

Devâ-yı miske girmez derd-mend-i ‘ışka em olmaz
Hat-ı Lalün ki hüsn eczâsınun a’lâlarındandur (Sâbit/Karacan, 1991: 401 ) Târîkî-i hatunda görürse leb-i Lalün
Hızr-ı dil olur zinde-i câvîd-i mahabbet (Sâbit/Karacan, 1991: 366) Nev-resîde hat ile Lal-i lebün seyr ideli
Kim ider Hızr ile ser-çeşme-i hayvâna hased (Mezâkî/Mermer, 1991: 313)
Lal-su münasebeti, Lal renkli dudağın, âb-ı hayat olarak tasavvur edilişindendir. Ayrıca bunda taşın ağza alındığında susuzluğu gidereceği inancı da etkilidir. Bu yüzden âb, âb-ı hayât, âb-ı hayvân, çeşme, Kevser, zemzem, teşne, revân, eşk, sirişk gibi kelimelerle bir arada kullanılır:

Kûze-i kadri şikest oldı gibi Lalünde
Çeşmeden tıfl-ı sirişküm yine giryân geliyor (Sâbit/Karacan, 1991: 204) İsterisen ey halîl-i cân sevâb-ı Ka’beyi
Teşne-leb uşşâka eyle zemzem-i Lalin sebîl (Remzî/Güven, 2005: 218) Kûyunda gönül hasretî-i Lal-i lebündür
Ol Ka’be-nişîn teşne-leb-i zemzeme benzer (Mezâkî/Mermer, 1991: 333) Der-kenâr itmiş anı bahr-i melâhat-gûyiyâ
Hâl-i ‘anber-bû ki Lal-i âb-dâr üstündedür (Mezâkî/Mermer, 1991: 376) Kim eylemez ol Lal-i revân-bahşı görince
Zehr-i şeker-âlûde-i düşmâna tahammül (Mezâkî/Mermer, 1991: 460) Harîk-i nâr-ı hicrânın olan dil-teşneler cânâ
Senin Lal-i revân-bahşın bilir anı zülâl-âsâ (Remzî/Güven, 2005: 27) Teşne-leb âşıkın ey Hızr-likâ âlemi de
Leb-i Lalin gibi şol çeşme-i hayvâna ilet (Remzî/Güven, 2005: 41) Cür’a-i cân-bahşına leb-teşnedir Hızr u Mesîh
Âb-ı hayvânsın yâhud Lal-i leb-i cânânesin (Nef’î/Akkuş, 1993: 262) Âbsın ma’nâda ammâ âb-ı âteş-pâresin
Lalsin sûretde reng-i rûy ile ammâ nesin (Nef’î/Akkuş, 1993: 262) Sirişk katreleri gâhî Lal-i ter görinür
Metâ-ı hurde-furûş içrede neler görinür (Yahyâ/Ertem, 1995: 91)

Teşneye âb-ı hayâta reh-ber olmakdur hemân
Âşıka dil-ber ki Lal-i âb-dârın gösterür (Sükkerî/Erol, 1994: 173)

Sevgilinin dudağı, hatem yani kırmızı Lal’den bir mühürdür: Nâm-ı vefâya hâtem-i Lal idi lebleri
Resm-i tegâfül olmasa nakş-ı nigîn-i nâz (Mezâkî/Mermer, 1991: 410) Dehânunda nişân-ı nâz zahmundan dil oldı çâk
Kim olmışdur diyü ol hâtem-i Lal-i lebe hakkâk (Sükkerî/Erol, 1994: 200) Nazar kıl hatt-ı mûyın hâme-i mihr-i leb-i yâre
Hemân nakş-ı hat-ı yâkûtdur Lalin-nigîn üzre (Sükkerî/Erol, 1994: 225)
Kırmızı renkli taşlarla kırmızı bir meyvenin tercih edilişi dikkat çekicidir: O şûha Lal ile yâkûtı eyledüm ilbâs
Egildi servi olup bâga dal basdı kirâs (Sâbit/Karacan, 1991: 427)

N’ola fahr eylesem neşv ü nümâ-yı bâg-ı medhünle
Ki dürc-i fikrimi pervâne-i Lal-i enâr eyler (Mezâkî/Mermer, 1991: 191)

Enârî, aynı zamanda rummânî gibi bir Lal çeşididir: Lal-i rummânî-i vasfunla pür oldı tab’um
Hoş-nümâ olsa n’ola dâneleri hem-çü enâr (Mezâkî/Mermer, 1991: 201) Miyân-ı encümen içre olurdı hirmen-i gül
Fürûğ-ı ahker-i pür-sûz-i Lal-i remmânî (Râmî/Hamami, 2001: 145) Hokka-i câna dürr-i dendânı
Girde olurdı Lal-i remmânî (Râmî/Hamami, 2001: 578)
Daha önce de belirtildiği üzere, Lal-i Bedahşân tamlaması yakut anlamına gelir ve beyitlerde bu anlamıyla kullanılır:

Nazmum var iken gayrı ko kıymetde bir olmaz
Har-mühre ile Lal-i Bedahşân-ı zamâne (Mezâkî/Mermer, 1991: 211) Gel gör güher-şinâsî-i ehl-i temîzi kim
Seng-i siyâhı Lal-i Bedahşân sanur gören (Mezâkî/Mermer, 1991: 498)

Yüzün şems-i duhâdur ey benüm mihr-i dırahşânum Lebün Lal-i bedahşândur benüm serv-i hırâmânum Nedür cevr ü cefâ itmek bu Bahtî’ye benüm cânum
Gönül virdüm sana kul oldum eyle derde dermânum (I. Ahmed/Kayaalp, 1999: 234) Ş öyle gevher-pâş oldı bâga sultân-ı bahâr
Lâle câm-ı işretin Lal-i Bedahşân eyledi (Yahyâ/Ertem, 1995: 9) Yâd-ı leb-i dildâr ile bu eşkimi görüp
Hâce ede mi Lal-i Bedahşânı temâşâ (Remzî/Güven, 2005: 26) Yâd-ı leb-i yâr ile bu kanlı yaşım seyr edip
Hâceler bâzârda Lal-i Bedahşân istemez (Remzî/Güven, 2005: 112)
Taşların en önemli özelliklerinden birisi de, yüzük, küpe, kolye, kemer gibi takılara işlenmesidir. Şeyhülislâm Yahyâ, sevgilinin boynunda asılı kolyenin, kendi kanı olduğu şeklinde güzel bir tabloyu gözümüzde canlandırır:

Helâk oldum görince gerdenünde Lal-i mengûşun
Niçün alursın ey rûh-ı revânum boynuna kanum (Yahyâ/Ertem, 1995: 148) Degüldür gûş-vâr-ı Lal bir lü’lü-yi lâlâdur
Görinür surh yârün reng-i rûy-ı tâb-dârından (Yahyâ/Ertem, 1995: 165)
Remzî, sevgilinin dişlerini, Lal taşından yapılmış kutu içinde tek taneli inci olarak tasvir eder:

Dehânında o dil-dârın görünen sanmanız dendân
O Lalin dürc içinde münderic dür-dâne olmak var (Remzî/Güven, 2005: 290) Agzı içre ol cüvân-ı meh-veşin dendânını
Benzetirler dürc-i Lalin içre dürr ü gevhere (Remzî/Güven, 2005: 324)

Kaftanların değerli taşlarla süslenmesi, beyitlere de yansımıştır: Fürûzân câm-ı meyle elde nahl-i Tûr zanneyler
Gören Lalîn-kabâyı sâkî-i Tûbâ-hırâm üzre (Nâilî/İpekten, 1990: 95)
Bazı beyitlerde Lal, yakut gibi cevherlerin değerinin azaldığı, bunun yerine güzellerin süs olarak çiçek taktıkları görülür:

Lâle vü gül takınur oldı güzeller şimdi hep
Lal ü gevher kıymetin ezhâr erzân eyledi (Yahyâ/Ertem, 1995: 9) 1.5.1.