Allah-u Teâlâ “yerden sonra semayı yarattı; aralarına bir zaman koymadı; yeri yarattıktan sonra baÅŸka hiçbir ÅŸeye yönelmeyip doÄŸrudan doÄŸruya semaya yöneldi” demektedir. Bu ayeti kerime Fussilet 9-10. ayet ile tefsir edilmiÅŸtir. Hud 7. ayette de olduÄŸu gibi yaratılışın altı günde olduÄŸu belirtilmektedir. Razi 31- altı tavra (altı yaratılış evresine) eÅŸittir demektedir. Bu ayetlerdeki gün kelimesinin bilinen 24 saatlik bir zaman dilimi olan gün olması mümkün deÄŸildir. Çünkü gün, güneÅŸin doÄŸuÅŸundan batışına kadar olan zaman birimidir. Gökler ve yer yaratılmadan önce güneÅŸ ve ay yoktu. Öyleyse kâinatın yaratıldığı gün bilinen gün deÄŸildir. Secde 32/5, Me’âric 70/4, Hac 22/47 ayetlerindeki gün kavramı Allah katındaki günlerin süresinin bizim gün sürelerimizden farklı olduÄŸunu anlatmaktadır.
Kâf 50/38, A’râf 7/54, Yûnus 10/3, Furkân 25/59, Hadid 57/4, Hud 11/7 ve Secde 32/4 ayetlerinde “gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır.” denilmekle muhatapların göklerin ve yerin altı günde yaratıldığına inandıkları anlaşılmaktadır. Gerçekten de Kitab-ı Mukaddes’in Tekvin Sifrinin 1-2. bablarında Allah’ın Kâinatı altı günde yaratıp yedinci günde dinlendiÄŸi ifade edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de ise yedinci günde dinlendi yerine “arÅŸa oturdu, iÅŸi düzenliyor kâinatı yönetiyor” buyrulmaktadır. Tantavi Cevheri de bu altı günün kâinatın oluÅŸum devirleri olduÄŸunu söylemektedir. Gerçekten de güneÅŸ sistemindeki gezegenlerin büyüklükleri farklı olduÄŸu gibi dönüş hızları da farklıdır. Dünya günü dünyanın kendi ekseni etrafında bir dönüşünden ibaret bir zaman birimidir. Dünya bu dönüşünü 24 saatte tamamlarken baÅŸka gezegenler daha farklı zamanlarda tamamlamaktadır. Mesela Merkür’de bir gün dünya günüyle 176 gün, Venüs’te 243 gündür. Sadece bizim GüneÅŸ sistemimizdeki günler böyle farklı olduÄŸuna göre diÄŸer galaksilerdeki günler de bizim sistemimizdeki günlerden daha da farklıdır. İşte Kur’an-ı Kerim’in iÅŸaret ettiÄŸi günlerin deÄŸiÅŸkenliÄŸi bilimsel bir gerçektir.
Günümüzde evrenin yaratılışı altı aÅŸamada anlatılmaktadır. Müfessirlerimiz tarih boyunca yapmış oldukları yorumlarında Allah’ın izniyle güzel isabette bulunmuÅŸlardır. Bu aÅŸamalar:
İlk aşama (Planck Dönemi): Bu dönem tam olarak açıklanamamaktadır.
İkinci aşama (Kozmik Çorba Dönemi)
Üçüncü aşama (Elektronun Sahnede Olduğu Dönem)
Dördüncü Aşama (Radyasyon Dönemi)
Beşinci Aşama (Maddenin Yaratılışı)
Altıncı Dönem (Yıldızlar ve Galaksiler Dönemi) Ve evrenin yaratılışı ayeti kerimelerin ışığı altında insanoğlunun çalışması ve azmi ile yıllarca sürdürülen ısrarlı laboratuar çalışmalarının sonuçlarında hiçbir şüphe ve tereddüte yer bırakmadan ispatlanmış bir evren yasasıdır. Yaratılışın ilk saniyelerinde nasıl bir madde ve enerji alışverişi sonucunda, önce atom altı parçacıkların, sonra atomların, nihayet elementlerin, moleküllerin, özetle maddenin ve bunun sonucunda da parıldayan yıldızların, dünyaların yaratıldığı tüm bilim dünyasınca kabul edilmiş, destek görmüş bir olaydır ve bunun adına Big Bang denilmiştir.
Kur’an-ı Kerîm, kâinatın yaratılışını ayetlerde
“O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O’nun bir eÅŸi olmadığı halde nasıl bir
çocuÄŸu olabilir? Hâlbuki her ÅŸeyi O yarattı. O her ÅŸeyi hakkıyla bilendir.”
“ArÅŸ’ı su üzerinde iken, hanginizin daha güzel iÅŸi iÅŸleyeceÄŸini ortaya koymak için,
gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur…”
“Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi…”
şeklinde anlatmaktadır.
Bereketzâde İsmail Hakkı Bey’e göre gökler, yer ve bütün kâinat, adına esîr veya sedîm denilen sise benzer bir maddeden yaratılmıştır. O madde tek bir madde iken bölünmüş ve parçalanmış, dolayısıyla kendisinden küre ÅŸeklinde cisimler meydana gelmiÅŸ veonlardan da diÄŸer küreler oluÅŸmuÅŸtur. Zamanımızdan tam 14 asır önce insanların evrenle ilgili bilgilerinin son derece kısıtlı olduÄŸu zamanlarda Kuran’da tüm evrenin, çok küçük bir hacimde bir arada iken ayrılıp geniÅŸlemesiyle ortaya çıkmış olduÄŸu bildirilmektedir.
“İnkâr edenler, göklerle yer bitiÅŸikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her ÅŸeyi sudan meydana getirdiÄŸimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” Ayetinin Arapça metninde çok önemli bir kelime seçimi yapılmıştır. Ayetin “birbiriyle bitiÅŸik” olarak tercüme edilen kelimesi ratk, Arapça sözlüklerde “yaradılıştan bitiÅŸik ve kaynaşık” anlamındadır. Yani tam bir bütün oluÅŸturan iki madde için kullanılır. Ayetteki “ayırdık” ifadesi ise Arapça fatk fiilidir ki, “bitiÅŸik iki ÅŸeyi ayırmak” demektir. Bu fiil ratk halindeki bir nesnenin yarıp, parçalayıp dışarı çıkması anlamına de gelir. ÖrneÄŸin tohumun filizlenerek topraktan dışarı çıkması bu fiille ifade edilir. Ayette göklerle yerin “ratk” durumunda olduÄŸu bir durumdan bahsedilmektedir. Ardından bu ikisi “fatk” fiili ile ayrılmışlardır. Yani biri diÄŸerini yararak dışarı çıkmıştır. Yani her ÅŸey, bir baÅŸka deyiÅŸle tüm “gökler ve yer” bir noktanın içinde, ratk halindedirler. Ardından bu nokta ÅŸiddetle patlamış, bu yolla maddeler fatk olmuÅŸ, yani dışarı çıkarak tüm evreni oluÅŸturmuÅŸlardır.
Kısacası “Gökler yani kâinattaki yıldızlar, galaksiler ve güneÅŸ manzumesi ve dünya ilk defa tek bir madde halinde bitiÅŸik ve kaynaşık bir vaziyette idiler. Daha sonra Allah, bu bitiÅŸik ve kaynaşık ilk kâinat maddesini, parçalayarak birbirinden ayırdı.”ve “Kâinattaki bütün galaksileri, yıldızları ve güneÅŸ sistemini bu parçalama neticesinde meydana getirdi” demektir. Nitekim büyük Türk müfessiri Elmalılı Hamdi Yazır, ‘Hak Dini Kur’an Dili’ adlı eserinde bu ayeti “Kâinattaki bütün ecrâm yok iken yaratıldılar ve tek bir ÅŸey iken çoÄŸaldılar. BaÅŸlangıçta duman gibi bir madde iken farklı ÅŸekiller alıp deÄŸiÅŸik kütleler oldular.” ÅŸeklinde yorumlamıştır. Fahreddin Razi ise müfessirlerin çeÅŸitli izahlarından bahsederek Hasan el-Basri, Katade, Sa’id b. Cübeyr ve İkrime’nin İbn Abbas’dan rivayet ettiÄŸi izahı kabul etmektedir. Bu izahda da ayetin manası “O ikisi birbirine yapışık tek ÅŸey idi. Allah onları birbirinden yarıp ayırdı. Göğü yerine kaldırdıve yeri öylece yerine bıraktı.” ÅŸeklindedir.
Bilim adamlarının yıllar süren araÅŸtırma ve çalışmaları da bu ayetleri doÄŸrular mahiyettedir. İlk önceleri evrenin ezelden beri var olduÄŸunu düşünmek isteyen ateistler hep çalışmalarını bu tez üzerinden sürdürmüşlerdir. Hatta Einstein bile 1915 yılında ortaya koyduÄŸu genel görecelik kuramıyla yaptığı hesaplarda evrenin duraÄŸan olamayacağı sonucuna varmış, ancak bu buluÅŸu “uygunsuz” bularak ortadan kaldırmak için denklemlerine “kozmolojik sabit” adını verdiÄŸi bir faktör ilave etmiÅŸti. Çünkü o sıralar, astronomlar ona evrenin statik olduÄŸunu söylüyorlardı, o da kuramının bu modele uymasını istemiÅŸti. Ancak sonradan bu kozmolojik sabiti “kariyerinin en büyük hatası” olarak tanımlamıştır. Hubble’ın ortaya koyduÄŸu evrenin geniÅŸlediÄŸi gerçeÄŸi, kısa bir süre sonra yeni bir evren modelini doÄŸurmuÅŸtur. Evren geniÅŸlediÄŸine göre, zamanda geriye doÄŸru gidildiÄŸinde çok daha küçük bir evren, daha da geriye gittiÄŸimizde “tek bir nokta” ortaya çıkmaktadır.
Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu “tek nokta”nın, korkunç çekim gücü nedeniyle “sıfır hacme” sahip olacağını göstermiÅŸtir. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Bu patlamaya ve dolayısıyla da bu teoriye “Big Bang” (Büyük Patlama) ismi verilmiÅŸtir. Big Bang’in gösterdiÄŸi önemli bir gerçek de sıfır hacim “yokluk” anlamına geldiÄŸine göre, evren “yok” iken “var” hale gelmiÅŸti. Bu ise, evrenin bir baÅŸlangıcı olduÄŸu anlamına gelmekte ve böylece materyalizmin “evren sonsuzdan beri vardır” varsayımını geçersiz kılmaktadır. Big Bang teorisi, kendisini destekleyen delillerin gücü nedeniyle, kısa sürede bilim dünyasında kabul görmeye baÅŸlamıştır. Bu teoriyi kimi kabul edip ispatlamaya çalışmış kimi de karşı çıkıp kendi tezini ispatlamaya çalışmıştır.
1948 yılında George Gamow, Georges Lemaitre’in hesaplamalarını geliÅŸtirmiÅŸ ve Big Bang’e baÄŸlı olarak yeni bir tez ortaya sürmüştür. G. Gamow’un bu hipotezine göre: ‘Önce mekânda gazlardan müteÅŸekkil çok büyük bulutlar vardı. Gaz bulutları sabit durmayıp döndüklerinden cazibe kuvvetinin tesiriyle parçalanmıştır. Parçalanan bölümler de yine cazibenin tesiriyle gitgide tekâsüf ederek sıkışmaya baÅŸlamış, sıkışan ve dönen cisimler, belirtildiÄŸi gibi küreye yakın ÅŸekiller almış, kesafetin artmasıyla içteki hararet de artmış, bu yüzden merkezde bulunan hidrojen helyuma dönmüş ve ışık, ısı neÅŸretmeye baÅŸlamıştır. İşte bu bölünen, parçalanan gaz; küreleri, galaksileri, yıldızları ve güneÅŸ manzumesini meydana getirmiÅŸtir.
Buna göre evrenin büyük patlama ile oluşması durumunda, evrende bu patlamadan arta kalan belirli oranda bir radyasyonun olması gerekmektedir. Üstelik bu radyasyon evrenin her yanında eşit olmak zorundadır.
“Olması gereken” bu kanıt çok geçmeden bulunmuÅŸtur. 1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki araÅŸtırmacı bu dalgaları bir rastlantı sonucunda keÅŸfettiler. “Kozmik Fon Radyasyonu” adı verilen bu radyasyon uzayın belli bir tarafından gelen radyasyondan farklıydı. OlaÄŸanüstü bir eÅŸyönlülük sergiliyordu. BaÅŸka bir ifade ile yerel kökenli deÄŸil, yani belirli bir kaynağı yoktu, evrenin tümüne dağılmış bir radyasyondu. Böylece uzun süredir evrenin her yerinden eÅŸit ölçüde alınan ısı dalgasının, Big Bang’in ilk dönemlerinden kalma olduÄŸu ortaya çıkmıştır. Üstelik bu rakam bilim adamlarının önceden öngördükleri rakama çok yakındı. Penzias ve Wilson, Big Bang’in bu ispatını deneysel olarak ilk gösteren kiÅŸiler oldukları için Nobel Ödülü kazanmışlardır.
1989 yılına gelindiÄŸinde ise, George Smoot ve onun Nasa Ekibi, Kozmik Geri plan Işıma Kâşifi Uydusu’nu (COBE) uzaya gönderdiler. Bu geliÅŸmiÅŸ uyduya yerleÅŸtirilen hassas tarayıcıların, Penzias ve Wilson’ın ölçümlerini doÄŸrulaması yalnızca sekiz dakika sürdü. Sonuçlar, tarayıcıların kesinlikle evrenin baÅŸlangıcındaki büyük patlamanın sıcak, yoÄŸun konumunun kalıntılarını gösterdiÄŸini kanıtladı. ÇoÄŸu bilim adamı COBE’nin baÅŸarısını Big Bang’in olaÄŸanüstü bir ÅŸekilde onaylanması olarak
375
yorumlamıştır.
375 Tuna, age, s.136.
Big Bang’in bir diÄŸer önemli delili ise, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarıdır. Günümüzde yapılan ölçümlerde anlaşıldı ki, evrendeki hidrojen-helyum gazlarının oranı, Big Bang’den arta kalan hidrojen-helyum oranının teorik hesaplanmasıyla uyuÅŸmaktadır. EÄŸer evren, bir baÅŸlangıcı olmadan, sonsuzdan geliyor olsaydı, evrendeki hidrojen tamamen yanarak helyuma dönmesi gerekirdi. Tüm bunlarla birlikte Big Bang bilim dünyasında kesin bir kabul görmüştür. Scientific American dergisinin Ekim 1994 sayısındaki bir makaleye göre, evren sürekli, düzenli olarak geniÅŸliyordu ve Big Bang modeli yüzyılımızın kabul görmüş tek modeliydi. Big Bang’in bu zaferi ile birlikte, materyalist dogmanın temeli olan “sonsuz evren” kavramı da tarihe karışmıştır. Peki, o zaman Big Bang’den önce ne vardı ve “yok” olan evreni büyük bir patlama ile “var” hale getiren güç neydi?
Elbette ki bu soru, Arthur Eddington gibi materyalistlerin hoÅŸuna gitmeyen gerçeÄŸi, yani Yaratıcı’nın varlığını göstermektedir. Ünlü ateist felsefeci Anthony Flew, bu konuda ÅŸunları söylemektedir: “İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiÄŸini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiÅŸtir: Evrenin bir baÅŸlangıcı olduÄŸu iddiasını. Ben hala ateizme inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim”.
Kendisini ateist olmak için körü körüne ÅŸartlandırmayan pek çok bilim adamı ise, bugün evrenin yaratılışında sonsuz güç sahibi bir Yaratıcı’nın, yani Allah’ın varlığını kabul etmiÅŸ durumdadır. ÖrneÄŸin ünlü Amerikalı astrofizikçi Hugh Ross evrenin Yaratıcı’sının tüm boyutların üzerinde olduÄŸunu şöyle açıklamaktadır: “Zaman, olayların meydana geldiÄŸi boyuttur. EÄŸer madde, patlamayla birlikte ortaya çıkmışsa, o zaman evreni meydana getiren nedenin evrendeki zaman ve mekândan tamamen bağımsız olması gerekir. Bu bize Yaratıcı’nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduÄŸunu gösterir. Aynı zamanda Yaratıcı’nın bazılarının savunduÄŸu gibi evrenin kendisi olmadığını ve evreni kapladığını, sadece evrenin içindeki bir güç olmadığını kanıtlar.”
Allah-u Teâlâ “yerden sonra semayı yarattı; aralarına bir zaman koymadı; yeri yarattıktan sonra baÅŸka hiçbir ÅŸeye yönelmeyip doÄŸrudan doÄŸruya semaya yöneldi” demektedir. Bu ayeti kerime Fussilet 9-10. ayet ile tefsir edilmiÅŸtir. Hud 7. ayette de olduÄŸu gibi yaratılışın altı günde olduÄŸu belirtilmektedir. Razi 31- altı tavra (altı yaratılış evresine) eÅŸittir demektedir. Bu ayetlerdeki gün kelimesinin bilinen 24 saatlik bir zaman dilimi olan gün olması mümkün deÄŸildir. Çünkü gün, güneÅŸin doÄŸuÅŸundan batışına kadar olan zaman birimidir. Gökler ve yer yaratılmadan önce güneÅŸ ve ay yoktu. Öyleyse kâinatın yaratıldığı gün bilinen gün deÄŸildir. Secde 32/5, Me’âric 70/4, Hac 22/47 ayetlerindeki gün kavramı Allah katındaki günlerin süresinin bizim gün sürelerimizden farklı olduÄŸunu anlatmaktadır.
Kâf 50/38, A’râf 7/54, Yûnus 10/3, Furkân 25/59, Hadid 57/4, Hud 11/7 ve Secde 32/4 ayetlerinde “gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır.” denilmekle muhatapların göklerin ve yerin altı günde yaratıldığına inandıkları anlaşılmaktadır. Gerçekten de Kitab-ı Mukaddes’in Tekvin Sifrinin 1-2. bablarında Allah’ın Kâinatı altı günde yaratıp yedinci günde dinlendiÄŸi ifade edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de ise yedinci günde dinlendi yerine “arÅŸa oturdu, iÅŸi düzenliyor kâinatı yönetiyor” buyrulmaktadır. Tantavi Cevheri de bu altı günün kâinatın oluÅŸum devirleri olduÄŸunu söylemektedir. Gerçekten de güneÅŸ sistemindeki gezegenlerin büyüklükleri farklı olduÄŸu gibi dönüş hızları da farklıdır. Dünya günü dünyanın kendi ekseni etrafında bir dönüşünden ibaret bir zaman birimidir. Dünya bu dönüşünü 24 saatte tamamlarken baÅŸka gezegenler daha farklı zamanlarda tamamlamaktadır. Mesela Merkür’de bir gün dünya günüyle 176 gün, Venüs’te 243 gündür. Sadece bizim GüneÅŸ sistemimizdeki günler böyle farklı olduÄŸuna göre diÄŸer galaksilerdeki günler de bizim sistemimizdeki günlerden daha da farklıdır. İşte Kur’an-ı Kerim’in iÅŸaret ettiÄŸi günlerin deÄŸiÅŸkenliÄŸi bilimsel bir gerçektir.
Günümüzde evrenin yaratılışı altı aÅŸamada anlatılmaktadır. Müfessirlerimiz tarih boyunca yapmış oldukları yorumlarında Allah’ın izniyle güzel isabette bulunmuÅŸlardır. Bu aÅŸamalar:
İlk aşama (Planck Dönemi): Bu dönem tam olarak açıklanamamaktadır.
İkinci aşama (Kozmik Çorba Dönemi)
Üçüncü aşama (Elektronun Sahnede Olduğu Dönem)
Dördüncü Aşama (Radyasyon Dönemi)
Beşinci Aşama (Maddenin Yaratılışı)
Altıncı Dönem (Yıldızlar ve Galaksiler Dönemi) Ve evrenin yaratılışı ayeti kerimelerin ışığı altında insanoğlunun çalışması ve azmi ile yıllarca sürdürülen ısrarlı laboratuar çalışmalarının sonuçlarında hiçbir şüphe ve tereddüte yer bırakmadan ispatlanmış bir evren yasasıdır. Yaratılışın ilk saniyelerinde nasıl bir madde ve enerji alışverişi sonucunda, önce atom altı parçacıkların, sonra atomların, nihayet elementlerin, moleküllerin, özetle maddenin ve bunun sonucunda da parıldayan yıldızların, dünyaların yaratıldığı tüm bilim dünyasınca kabul edilmiş, destek görmüş bir olaydır ve bunun adına Big Bang denilmiştir.
Kur’an-ı Kerîm, kâinatın yaratılışını ayetlerde
“O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O’nun bir eÅŸi olmadığı halde nasıl bir
çocuÄŸu olabilir? Hâlbuki her ÅŸeyi O yarattı. O her ÅŸeyi hakkıyla bilendir.”
“ArÅŸ’ı su üzerinde iken, hanginizin daha güzel iÅŸi iÅŸleyeceÄŸini ortaya koymak için,
gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur…”
“Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi…”
şeklinde anlatmaktadır.
Bereketzâde İsmail Hakkı Bey’e göre gökler, yer ve bütün kâinat, adına esîr veya sedîm denilen sise benzer bir maddeden yaratılmıştır. O madde tek bir madde iken bölünmüş ve parçalanmış, dolayısıyla kendisinden küre ÅŸeklinde cisimler meydana gelmiÅŸ veonlardan da diÄŸer küreler oluÅŸmuÅŸtur. Zamanımızdan tam 14 asır önce insanların evrenle ilgili bilgilerinin son derece kısıtlı olduÄŸu zamanlarda Kuran’da tüm evrenin, çok küçük bir hacimde bir arada iken ayrılıp geniÅŸlemesiyle ortaya çıkmış olduÄŸu bildirilmektedir.
“İnkâr edenler, göklerle yer bitiÅŸikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her ÅŸeyi sudan meydana getirdiÄŸimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” Ayetinin Arapça metninde çok önemli bir kelime seçimi yapılmıştır. Ayetin “birbiriyle bitiÅŸik” olarak tercüme edilen kelimesi ratk, Arapça sözlüklerde “yaradılıştan bitiÅŸik ve kaynaşık” anlamındadır. Yani tam bir bütün oluÅŸturan iki madde için kullanılır. Ayetteki “ayırdık” ifadesi ise Arapça fatk fiilidir ki, “bitiÅŸik iki ÅŸeyi ayırmak” demektir. Bu fiil ratk halindeki bir nesnenin yarıp, parçalayıp dışarı çıkması anlamına de gelir. ÖrneÄŸin tohumun filizlenerek topraktan dışarı çıkması bu fiille ifade edilir. Ayette göklerle yerin “ratk” durumunda olduÄŸu bir durumdan bahsedilmektedir. Ardından bu ikisi “fatk” fiili ile ayrılmışlardır. Yani biri diÄŸerini yararak dışarı çıkmıştır. Yani her ÅŸey, bir baÅŸka deyiÅŸle tüm “gökler ve yer” bir noktanın içinde, ratk halindedirler. Ardından bu nokta ÅŸiddetle patlamış, bu yolla maddeler fatk olmuÅŸ, yani dışarı çıkarak tüm evreni oluÅŸturmuÅŸlardır.
Kısacası “Gökler yani kâinattaki yıldızlar, galaksiler ve güneÅŸ manzumesi ve dünya ilk defa tek bir madde halinde bitiÅŸik ve kaynaşık bir vaziyette idiler. Daha sonra Allah, bu bitiÅŸik ve kaynaşık ilk kâinat maddesini, parçalayarak birbirinden ayırdı.”ve “Kâinattaki bütün galaksileri, yıldızları ve güneÅŸ sistemini bu parçalama neticesinde meydana getirdi” demektir. Nitekim büyük Türk müfessiri Elmalılı Hamdi Yazır, ‘Hak Dini Kur’an Dili’ adlı eserinde bu ayeti “Kâinattaki bütün ecrâm yok iken yaratıldılar ve tek bir ÅŸey iken çoÄŸaldılar. BaÅŸlangıçta duman gibi bir madde iken farklı ÅŸekiller alıp deÄŸiÅŸik kütleler oldular.” ÅŸeklinde yorumlamıştır. Fahreddin Razi ise müfessirlerin çeÅŸitli izahlarından bahsederek Hasan el-Basri, Katade, Sa’id b. Cübeyr ve İkrime’nin İbn Abbas’dan rivayet ettiÄŸi izahı kabul etmektedir. Bu izahda da ayetin manası “O ikisi birbirine yapışık tek ÅŸey idi. Allah onları birbirinden yarıp ayırdı. Göğü yerine kaldırdıve yeri öylece yerine bıraktı.” ÅŸeklindedir.
Bilim adamlarının yıllar süren araÅŸtırma ve çalışmaları da bu ayetleri doÄŸrular mahiyettedir. İlk önceleri evrenin ezelden beri var olduÄŸunu düşünmek isteyen ateistler hep çalışmalarını bu tez üzerinden sürdürmüşlerdir. Hatta Einstein bile 1915 yılında ortaya koyduÄŸu genel görecelik kuramıyla yaptığı hesaplarda evrenin duraÄŸan olamayacağı sonucuna varmış, ancak bu buluÅŸu “uygunsuz” bularak ortadan kaldırmak için denklemlerine “kozmolojik sabit” adını verdiÄŸi bir faktör ilave etmiÅŸti. Çünkü o sıralar, astronomlar ona evrenin statik olduÄŸunu söylüyorlardı, o da kuramının bu modele uymasını istemiÅŸti. Ancak sonradan bu kozmolojik sabiti “kariyerinin en büyük hatası” olarak tanımlamıştır. Hubble’ın ortaya koyduÄŸu evrenin geniÅŸlediÄŸi gerçeÄŸi, kısa bir süre sonra yeni bir evren modelini doÄŸurmuÅŸtur. Evren geniÅŸlediÄŸine göre, zamanda geriye doÄŸru gidildiÄŸinde çok daha küçük bir evren, daha da geriye gittiÄŸimizde “tek bir nokta” ortaya çıkmaktadır.
Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu “tek nokta”nın, korkunç çekim gücü nedeniyle “sıfır hacme” sahip olacağını göstermiÅŸtir. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Bu patlamaya ve dolayısıyla da bu teoriye “Big Bang” (Büyük Patlama) ismi verilmiÅŸtir. Big Bang’in gösterdiÄŸi önemli bir gerçek de sıfır hacim “yokluk” anlamına geldiÄŸine göre, evren “yok” iken “var” hale gelmiÅŸti. Bu ise, evrenin bir baÅŸlangıcı olduÄŸu anlamına gelmekte ve böylece materyalizmin “evren sonsuzdan beri vardır” varsayımını geçersiz kılmaktadır. Big Bang teorisi, kendisini destekleyen delillerin gücü nedeniyle, kısa sürede bilim dünyasında kabul görmeye baÅŸlamıştır. Bu teoriyi kimi kabul edip ispatlamaya çalışmış kimi de karşı çıkıp kendi tezini ispatlamaya çalışmıştır.
1948 yılında George Gamow, Georges Lemaitre’in hesaplamalarını geliÅŸtirmiÅŸ ve Big Bang’e baÄŸlı olarak yeni bir tez ortaya sürmüştür. G. Gamow’un bu hipotezine göre: ‘Önce mekânda gazlardan müteÅŸekkil çok büyük bulutlar vardı. Gaz bulutları sabit durmayıp döndüklerinden cazibe kuvvetinin tesiriyle parçalanmıştır. Parçalanan bölümler de yine cazibenin tesiriyle gitgide tekâsüf ederek sıkışmaya baÅŸlamış, sıkışan ve dönen cisimler, belirtildiÄŸi gibi küreye yakın ÅŸekiller almış, kesafetin artmasıyla içteki hararet de artmış, bu yüzden merkezde bulunan hidrojen helyuma dönmüş ve ışık, ısı neÅŸretmeye baÅŸlamıştır. İşte bu bölünen, parçalanan gaz; küreleri, galaksileri, yıldızları ve güneÅŸ manzumesini meydana getirmiÅŸtir.
Buna göre evrenin büyük patlama ile oluşması durumunda, evrende bu patlamadan arta kalan belirli oranda bir radyasyonun olması gerekmektedir. Üstelik bu radyasyon evrenin her yanında eşit olmak zorundadır.
“Olması gereken” bu kanıt çok geçmeden bulunmuÅŸtur. 1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki araÅŸtırmacı bu dalgaları bir rastlantı sonucunda keÅŸfettiler. “Kozmik Fon Radyasyonu” adı verilen bu radyasyon uzayın belli bir tarafından gelen radyasyondan farklıydı. OlaÄŸanüstü bir eÅŸyönlülük sergiliyordu. BaÅŸka bir ifade ile yerel kökenli deÄŸil, yani belirli bir kaynağı yoktu, evrenin tümüne dağılmış bir radyasyondu. Böylece uzun süredir evrenin her yerinden eÅŸit ölçüde alınan ısı dalgasının, Big Bang’in ilk dönemlerinden kalma olduÄŸu ortaya çıkmıştır. Üstelik bu rakam bilim adamlarının önceden öngördükleri rakama çok yakındı. Penzias ve Wilson, Big Bang’in bu ispatını deneysel olarak ilk gösteren kiÅŸiler oldukları için Nobel Ödülü kazanmışlardır.
1989 yılına gelindiÄŸinde ise, George Smoot ve onun Nasa Ekibi, Kozmik Geri plan Işıma Kâşifi Uydusu’nu (COBE) uzaya gönderdiler. Bu geliÅŸmiÅŸ uyduya yerleÅŸtirilen hassas tarayıcıların, Penzias ve Wilson’ın ölçümlerini doÄŸrulaması yalnızca sekiz dakika sürdü. Sonuçlar, tarayıcıların kesinlikle evrenin baÅŸlangıcındaki büyük patlamanın sıcak, yoÄŸun konumunun kalıntılarını gösterdiÄŸini kanıtladı. ÇoÄŸu bilim adamı COBE’nin baÅŸarısını Big Bang’in olaÄŸanüstü bir ÅŸekilde onaylanması olarak
375
yorumlamıştır.
375 Tuna, age, s.136.
Big Bang’in bir diÄŸer önemli delili ise, uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarıdır. Günümüzde yapılan ölçümlerde anlaşıldı ki, evrendeki hidrojen-helyum gazlarının oranı, Big Bang’den arta kalan hidrojen-helyum oranının teorik hesaplanmasıyla uyuÅŸmaktadır. EÄŸer evren, bir baÅŸlangıcı olmadan, sonsuzdan geliyor olsaydı, evrendeki hidrojen tamamen yanarak helyuma dönmesi gerekirdi. Tüm bunlarla birlikte Big Bang bilim dünyasında kesin bir kabul görmüştür. Scientific American dergisinin Ekim 1994 sayısındaki bir makaleye göre, evren sürekli, düzenli olarak geniÅŸliyordu ve Big Bang modeli yüzyılımızın kabul görmüş tek modeliydi. Big Bang’in bu zaferi ile birlikte, materyalist dogmanın temeli olan “sonsuz evren” kavramı da tarihe karışmıştır. Peki, o zaman Big Bang’den önce ne vardı ve “yok” olan evreni büyük bir patlama ile “var” hale getiren güç neydi?
Elbette ki bu soru, Arthur Eddington gibi materyalistlerin hoÅŸuna gitmeyen gerçeÄŸi, yani Yaratıcı’nın varlığını göstermektedir. Ünlü ateist felsefeci Anthony Flew, bu konuda ÅŸunları söylemektedir: “İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiÄŸini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiÅŸtir: Evrenin bir baÅŸlangıcı olduÄŸu iddiasını. Ben hala ateizme inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim”.
Kendisini ateist olmak için körü körüne ÅŸartlandırmayan pek çok bilim adamı ise, bugün evrenin yaratılışında sonsuz güç sahibi bir Yaratıcı’nın, yani Allah’ın varlığını kabul etmiÅŸ durumdadır. ÖrneÄŸin ünlü Amerikalı astrofizikçi Hugh Ross evrenin Yaratıcı’sının tüm boyutların üzerinde olduÄŸunu şöyle açıklamaktadır: “Zaman, olayların meydana geldiÄŸi boyuttur. EÄŸer madde, patlamayla birlikte ortaya çıkmışsa, o zaman evreni meydana getiren nedenin evrendeki zaman ve mekândan tamamen bağımsız olması gerekir. Bu bize Yaratıcı’nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduÄŸunu gösterir. Aynı zamanda Yaratıcı’nın bazılarının savunduÄŸu gibi evrenin kendisi olmadığını ve evreni kapladığını, sadece evrenin içindeki bir güç olmadığını kanıtlar.”