MetafiziÄŸin bir bilim dalı olup-olmamas ı ile ilgili bir bilim dergisinde: Metafizik bir bilim dalı mıdır? Bir bilim dalının, bilim dalı olabilmesi için, konusu olan materyallerle etkileÅŸim içinde olması gerekmez mi? (Fırat HacıahmetoÄŸlu) sorularına cevap olarak Zuhal Özer: Metafizik, bir bilim dalı deÄŸildir çünkü bilim dalı olabilmesi için, o konuyla ilgili bilimsel gözlemler, analizler, deneyler yapılabilmesi gerekir. Metafizik ise bilim dışı konularla ilgilidir. MetafiziÄŸi bilimle iliÅŸkilendirmeye dönük çalışmalar varsa da, bu konuda herhangi bir bulgu elde edilememiÅŸtir,18demektedir. Anlaşılacağı üzere diÄŸer bilim dalları ile ilgili yöntemler pek kullanılamadığı için metafizik bilim olarak kabul edilmeyebiliyor. Morgan’ ın kitabında metafizik yaÅŸantıyla ilgili olarak bir kiÅŸi gözlerini kapıyor ve havada gezerek kilometrelerce ötede olan ÅŸeyleri görebiliyor.
Yeraltına yolculuklar yaparak hangi bitkilerin büyümekte olduÄŸunu, yeraltı ırmağında ne kadar su olduÄŸunu ve yeni bir hayvan yuvasının nerede olduÄŸunu ve içinde kaç tane yavru olduÄŸunu görebiliyor. KuÅŸların ve hayvanların duyularını kullanarak, bunun yapılması istendiÄŸinde, halkına ve tüm diÄŸer canlılara yardım edebiliyor. Bu onun, bir insanın bedeninin içini görebilmesini ve orada neler olduÄŸunu bilmesini saÄŸlıyor. Ona gereken tek ÅŸey konuÅŸma, müzik ya da renklerdir. Ruhsallıkla baÄŸlantısı olmayan hiçbir dış güç, hastalık ya da kaza yoktur bir bakıma. Herhangi bir insanı iyileÅŸtirmesi için o, kendisine sunulan ruhsal geliÅŸim fırsat ını belirlemede yardımcı oluyor.19 Bir an bu yazılanların tamamen doÄŸru-gerçek olduÄŸunu kabul edelim. Hatta test edelim ve doÄŸruluÄŸunun farkına varalım. Bu insan kendisine ve baÅŸkasına zarar vermedikten sonra, söylediÄŸi ÅŸeyler baÅŸkasına faydalı oluyorsa onu dikkate almalı deÄŸil miyiz? Kilometrelerce ötede olan ÅŸeylerle mesela bir suçla ilgili bilgi, doÄŸru bilgi alındığında, bu bilgiyle beraber suç önlense veya suçlu yakalansa bu yanlış mı olur? Dünyanın iki kutuplu olması bu konuda da farklı bakış açılarını getirmekte. Batı rasyonalizmi, doÄŸu mistik ve gizemli olanı simgelemekte. DoÄŸu kültürleri Batı’da yükselen eÄŸilimlerden.
Yani metafiziki konular her geçen gün artan bir ilgiyle araÅŸtırılmakta. Bir taraf mantıkçı pozitivistlerin, kendileriyle uyu ÅŸmayan bütün filozofları metafizikçi diye yaftalama eÄŸiliminde olduÄŸunu belirtmektedir. Onlara göre metafiziÄŸin sözcük anlamı boÅŸtur ve metafizikçi gürültü eder, fakat hiçbir ÅŸey söylemez. Kantçılar da benzer düşünür: Onlar için Kant’tan farklı görüşte olan herkes metafizikçidir; bu onlarda metafizikçilerin bo ÅŸ konuÅŸtuklar ı anlamına deÄŸil, eskimiÅŸ ve felsefe dışı oldukları anlamına gelir,20 diyor. DiÄŸer taraf ise; doÄŸru, gerçek bilgiye ulaÅŸmak için, duyu organları ve akılla birlikte sezginin de kriter olarak kabul edilmesi gerekir diyor.
Bergson’a göre metafizik, ‘hakikat’in bilgisine ula ÅŸmamızı saÄŸlayan ‘bilim’dir ve hatta kendine özgü yöntemiyle gerçekleÅŸtirilecek çok özel türden bir bilme etkinliÄŸi olarak bilimdir.21 Tarih içinde din ve metafiziÄŸin çok ciddi eleÅŸtirilere maruz kaldığı ve her ÅŸeyin bilimsel ilke ve normlara göre açıklandığı zamanlar olmuÅŸtur. Mantıkçı pozitivizm olarak bilinen bir akım, pozitivizmin 20. yüzyıldaki bir devamı niteliÄŸindedir. ‘Mantıksal atomculuk’ olarak da adlandırılan bu felsefi akım, metafiziÄŸe ve dine ağır eleÅŸtirilerde bulunarak metafizik ve dinsel önermelerin anlamsız olduÄŸunu ileri sürmüştür. Herbert Feigl, Philipp Frank, Moritz Schilick, Rudolph Carnap ve A. J. Ayer gibi filozoflara göre, bir önermenin biliÅŸsel ya da bilgisel bir anlama sahip olup olmadığını belirlemede temel ölçüt doÄŸrulanabilirlik kriteridir. Bu akıma göre dinsel ve metafizik önermeler, deneysel olarak doÄŸrulama kriterine uymadıklarından anlamsızdırlar.22 Mantıkçı pozitivizm, 1920’li tarihlerden bu yana uzun bir süreç geçirmiÅŸtir. Bu süreçteki filozoflar artık metafizik, teoloji ve dini reddetmiyorlar. Onlar hala, metafiziksel ve teolojik ifadelerin biliÅŸsel bir anlama sahip olup olmad ığı
konusuyla ilgilenmektedirler. Birçoğu bu tür ifadelerin hiçbir öngörüsel değeri olmadığını ve onların gerçekte olgu durumlarıyla uygunluk arz etmediğini ve bu yüzden
de onların edimsel anlamdan yoksun olduklarını iddia etmektedirler. Biliniyor ki din ile metafiziğin bilimden asıl ayrılması aydınlanma ile başlad ı ve pozitivistlerce aç ığa
çıkarıldı. Pozitivist düşünce günümüzde etkisini sürdürmektedir.  Pozitivistler metafiziği, gerçekliğin duyusal dünyadan başka bir şey olduğunu iddia eden bir tür transandantalizmle özdeşleştirmişlerdir ve metafizikçi filozof bu transandant dünyanın bilgisini bize sunabilir. Pozitivistin metafizikçiye cevabı, tecrübe sınırlarını aşan bir
gerçekliÄŸe referans olan hiçbir ifadenin literal bir anlama sahip olamayacağıdır. ‘ Pozitiviste göre metafiziksel iddialar ‘kötü gramer’ veya biliÅŸsel anlamsız olarak elendiÄŸi gibi aynı ÅŸekilde, teolojik iddialar da elenebilir; çünkü teoloji bir tür
metafiziktir.
Fransız matematikçi M. Poincar her yeni keÅŸif, tasavvur kabiliyetimizin yetersizliÄŸini gösteren bir bilinmeyenle bizi kar şıla ÅŸtırmaktad ır demektedir. Hislerimize sığabilen gerçek kâinattan, gerçek ötesi bir kâinata, metafiziÄŸe dâhil bir âleme girmekteyiz. Jennifer Trusted’a göre; mistik metafizik(din dâhil) inançlar, Hume ve pozitivistlerin iddia ettikleri kadar anlamsız ve faydasız deÄŸillerdir. Ona göre bunun bir sebebi, onları spekülatif teorilerden ve fiziksel varsayımlardan tümüyle çıkarıp atmamızın mümkün olmayışı, diÄŸer sebebi de maddi dünyayı anlamak ve açıklamak isteyenlerin pek çoÄŸunu tartışma götürmez ÅŸekilde motive etmiÅŸ ve esinlendirmiÅŸ olmalarıdır. Bütün bilimler metafizik inançlar sistemi öngörmüş ve mistik inançlar çoÄŸu
sistemlerin önemli bir parçası olagelmiÅŸtir. Trusted, bilimde kanıtlanamayan unsurlar olduÄŸu konusunda Anthony O’Hear’a katılarak, bunları da ‘mitolojik’ten çok ‘metafizik
olarak adlandırır.
Günümüzde modern bilim, tek doÄŸru bilgi bilimsel bilgidir diyerek, diÄŸer kaynaklara ait bilgi türlerinin baÅŸardığı, fakat bilimsel bilginin açıklayamadığı doÄŸruları kabul etmemektedir. Modern bilim ‘niçin?’ sorusuna cevap vermekten de kaçınır, çünkü sorunun cevabı metafizikle ilgili düşünceleri akla getirebilir. Olayları daha doÄŸru açıklayabilmek için modern bilimin metafiziki açıklamalara yer vermesi gerekir.
Alev Alatlı bir yazısında ‘Klasik Fizik’in doÄŸrusal sistemleri çözdüğünü ancak gerçek dünyada doÄŸrusal sistem olmadığını belirtmektedir. BirÅŸeyi etkilersek, bu sonucu alırız diye kesin bir ÅŸey söylenemeyeceÄŸini; çünkü gerçek dünyanın doÄŸrusal olmadığını ifade etmektedir. Ona göre gerçek dünya kırçıl, gerçek dünya puslu ve gerçek dünya saçaklıdır. Siyah-beyaz olan, tertipli, düzenli olan, bilimdir, dünya deÄŸildir. Kırçıl bir dünyayı anlatmak için, içinde kırçıl kelime olmayan bir dili, bilimin dilini kullanmak sorun olmaktadır. Bu soruna ‘Uyumsuzluk Problemi’ denildiÄŸini belirtiyor. Ona göre Eski Yunan ve Demokritus kâinatı atomlara ve boÅŸluÄŸa indirgedi, Eflatun dünyayı doÄŸrularla, üçgenlerle doldurdu, Aristo siyah-beyaz mantığın kanunlarını yazdı. Bu yüzden matematikçiler ve bilim adamlar ı, aslen puslu/kırçıl/saçaklı olan evreni tarif etmek için, siyah-beyaz kanunları kullanıyorlar. Alatlı, Aristo mantığının ikili (doÄŸrusal) sisteminde gökyüzü ya mavidir, ya da mavi deÄŸildir, demektedir. Hem mavidir hem de deÄŸildir olmaz. Bir ÅŸey, doÄŸrudur veya yanlıştır. Dijital bilgisayar, 0/1 ikili sistemde çalışır. Bilim, siyah-beyaz düşüncenin zaferidir aslında. Yazısında Alatlı, ‘Yeni Fizik’in önde gelen iki aç ılımından birisinin ‘Kaos Paradigmas ı’, diÄŸerinin ‘Fuzzy’, yani puslu veya saçaklı mantık olduÄŸunu iddia eder. Bu iki açılımın, insanlığı siyah-beyaz düşünceden, kesin yargıların kabalığından, dayatmasından kurtaracağı söylenmektedir. Dünyada kesin doÄŸru olan hiçbir tanım veya ölçü olmadığı düşüncesi, düşünce biçimimizin radikal bir deÄŸiÅŸime uÄŸrayacağının habercisi olduÄŸunu ifade etmektedir.29 Alatlı’nın bu deÄŸerlendirmesi, fiziÄŸin yeni açılımlarını dikkatli bir ÅŸekilde takip etmek gerektiÄŸini hatırlatmaktadır.
29 Alatlı, A., ‘Siyah-Beyaz Düşüncenin Cenderesi Biterken’ Zaman, 08 Åžubat 2002. 30 Tevfik, R., Felsefe Dersleri (Günümüz Türkçesine Çev. M. M. DedeoÄŸlu), Ankara, 2001, s.37. 31 Tevfik, a.g.k., s.83. |
İnsan metafizik bir hayvand ır, (Yani metafizik teriminin içermiÅŸ olduÄŸu meseleleri düşünmeÄŸe yarat ılışça yetenekli olan bir hayvan -ki canlı varlık demektir)30 diyen Alman filozof Schopenhauer metafizik meseleleri bizi uykudan uyand ıran ve bununla beraber, içinden çıkılmaz bir hayret girdabına düşüren meseleler31 olarak ifade etmektedir. Paulsen’in Felsefeye GiriÅŸ ‘Introduction to philosophy’ adlı eserinden ve İngilizce’ye tercüme olunmuÅŸ nüshasından iktibas ederek Rıza Tevfik ise kitabında felsefenin bütün varlık âlemini iki açıdan incelemeye elveriÅŸli olduÄŸunu belirtmektedir. Biri felsefi bakışla, diÄŸeri de bilimsel bir bakış açısıyla. Yani tasavvuri veya tecrübî bir surette. Ona göre bilimin ödevi, metodik bir tecrübe (experience methodique) sayesinde olaylar, tek tek olgular hakkında bilgi elde edilmesidir. Felsefenin ödevi ise kendine
özgü bir araÅŸtırma vetiresi (procède d’investigation) ile ÅŸey’lerin özsel gerçekliÄŸini
ayrıca bir diğeri arasındaki içsel bağları ortaya koyabilmektir.
Emile Boutroux, âlemde zorunsuzluÄŸun hâkim olduÄŸunu savunan bir filozoftur. BaÅŸka bir deyiÅŸle, tabiat bilimleri ve kanunlarının tenkidine dayanarak ruhi melekelere baÅŸvuran ve ilmi zekâya indirgenemez bir zekâyı esas alan Boutroux, ‘Zorunsuzluk
Doktrini’nin kurucusu olmaktadır.  Ona göre bilimler, bir takım kanunları zorunlu olarak koymak istiyorlar ancak tabiat gerçekte, zorunsuz bir takım kanunlarla donat ılmıştır. Yani kanunlar ın varlıklardan önce gelmediÄŸini, varlıklar ın, kanunlar ın
taşıyıcısı ve dayanağı durumunda bulunduÄŸunu ifade etmektedir.  Boutroux’a göre tabiat kanunları, ‘deney yapan ÅŸahsın tabiata yönelttiÄŸi bir takım sorulardır. Tabiat bu kanunlara uymayacak olursa, deney yapan bu soruları deÄŸiÅŸtirmeye hazırdır’. Kısaca,
onun nazarında tabiat kanunları mutlak değil, izafi ve değişebilir niteliktedir. Değişebilir nitelikteki olaylardan mistik olay, bir tecrübeden ibarettir; kavramlarla, kelimelerle ifadesi imkânsız olan bir tecrübedir ona göre. Kendisinde tecrübe etmeyen hiç kimse, bunun ne olduğunu bilemeyecektir. Dolayısıyla böyle bir olay, dıştan incelenemez. Bu konuda bir fikir sahibi olmaya yardım eden bütün dış belirtiler, onu
anlatmakta yetersizdir.  Esrarengiz bir güç veya mucizevî bir olgu; böyle bir şeyin varlığı kabul edilse bile, bilinen kanunlar yardımıyla açıklamakta başarılı olunamayan bir olaydan başka bir şey değildir bunlar. Bu imkânsızlığın doğruluğu ortaya çıkarsa,
bilim bu olguyu açıklamak için başka kanunlar arar.
C. Sunar kâinatı bilmek, anlamak ve tefsir edebilmek için ancak tecrübe üzerine yapılacak bir şeye dayanılması gerektiğini belirtmektedir. Dayanılacak bu tecrübenin, tek bir kişinin şahsi tecrübesi olmaması gerekir. Şahsi tecrübe sadece küçük bir tasvir verebilir. Dolayısıyla tam bir bilgiye, anlamağa ulaşabilmek için geçmişin ve şimdinin bütün tecrübelerini toptan almağa mecbur olunur. Hatta sadece bilim adamının tecrübesiyle de yetinmeyip artistlerin, mistiklerin tecrübelerini de yani dış dünyanın
tecrübeleriyle birlikte iç dünyanın tecrübelerini de dikkate almak gerekebilir.
Tartışma konusuyla ilgili olarak Andruzac, hakikat arayışında sonuna kadar gitmek isteyen bir zekânın çıkış noktası, dışsal deneyimdir, demektedir. Ona göre bu bir psiÅŸizmi, bir zekâyı ve bir iradeyi barındıran bedenin, onun için olanaklı kıldığı deneyimler birlikteliÄŸidir; varoluÅŸ yargısının çeÅŸitli kipliklerinde bir biçimde tamamlanan ve sonunda ‘evet, böyle bir ÅŸey var’ olumlamasına ulaşılan deneyimlerdir. Bu olumlama esinlenmeyi, sezgiyi, diÄŸer insanların deneyimlerini ve olumlamalarını görmezden gelemez ona göre. Tam tersine, onları yargılamayı ve kabul etmeyi olanaklı kılan koÅŸulu belirleyebilir. Bu kabul, duygusalc ılığın kökeninde deÄŸildir; bilgi kaynağını sadece duyuların verilerinin oluÅŸturduÄŸunu öne sürmez. Bu temel ilkenin, insanın bir psiÅŸizme sahip olduÄŸunu unutmuÅŸ olan felsefe ‘sistem’leri için korkutucu olduÄŸunu belirtmektedir.39
Metafiziki zannedilen bazı olaylar iyice soruşturulmadan, emin olunmadan hikâye edilmekte. Örnek verilebilecek bir olayı Fontenelle şu şekilde ifade etmekte:
‘1593 yılında, dolaÅŸan söylentilere göre, Silezya’da yedi yaşında bir çocuÄŸun bütün diÅŸleri düşmüş, fakat azı diÅŸlerinden birinin yerine altın bir diÅŸ gelmiÅŸti: 1595 yılında, Helmstad üniversitesinde tıp profesörü olan Horstius adında biri bu diÅŸ hakkında bir yazı yazdı ve onun kısmen tabii, kısmen de mucizevî bir ÅŸey olduÄŸunu, Tanrının çocuÄŸa bu diÅŸi Türklerden çok ızdırap çeken hristiyanları teselli etmek üzere verdiÄŸini anlattı. Gerçekten tuhaf bir teselli vasıtası! Bu diÅŸin hristiyanlarla veya Türklerle ne ilgisi olabilirdi? Aynı yıl, bu altın diÅŸ hakkında tarihçiler de bir ÅŸey söylemiÅŸ olsunlar diye, Rullandus bu iÅŸin tarihini yazdı. İki yıl sonra Ingolsteterus adında bir baÅŸka allame bir eser yazarak Rullandus’un fikirlerine itiraz etti, bunun üzerine Rullandus da ona gayet âlimane bir ÅŸekilde cevap verdi. Bu arada bir baÅŸka büyük zat, Libavius, altın diÅŸ hakkında bütün söylenenleri toplayarak kendi nazariyesini de ekledi. Bunların hepsi de gayet güzel eserlerdi, ama hepsinde de eksik olan bir nokta vardı: bu diÅŸin altın olduÄŸuna dair açık-seçik bilgi vermiyorlardı. ÇocuÄŸun diÅŸi muayene edilmek üzere kuyumcuya gösterilince anlaşıldı ki, diÅŸin üzerine altın bir varak fevkalade bir maharetle yapıştırılmıştı. Önce kitaplar yazıldı, sonra kuyumcuya danışıldı.’40
Polonyalı bilim adamı Ludwik Fleck’e göre bilinen herhangi bir ÅŸey, onu bilene, her zaman sistemli, kanıtlanmış, uygulanabilir ve doÄŸruluÄŸu belli gibi görünmüştür. Bunun yanında her yabancı bilgi sistemi de, aynı biçimde, çeliÅŸkili, kanıtlanmamış,
uygulanamaz nitelikte, hayali ya da gizemli görünmüştür.41 Bilinmeyeni, hayali görüneni uygulanabilir niteliÄŸe dönüştürürken zor yollardan geçmek durumunda kalınıyor. Berke’nin ifade ettiÄŸine göre Amerikan akademik çevreleri üstüne incelemesinde Veblen, sosyolojinin fenerini üniversite sisteminin karanl ık yerlerine tutmuÅŸ ve akademisyenleri, ‘papazlar, ÅŸamanlar, büyücüler’ gibi diÄŸer ‘gizli (esoterik) bilgi’ bekçileriyle karşılaÅŸtırmıştır. Sonuç olarak bu gizli bilginin, ‘dışarıdaki herhangi birinin gözünde niteliÄŸini, kapsamını ve yöntemini grubun yaÅŸam alışkanlıklarından aldığı besbelli olmakla birlikte’ o grup içinde evrensel gerçek sayıldığını belirtmektedir.42 Bilgiyle ilgili bir ayrım, kamusal ile ‘özel’ bilgi aras ındad ır. Özel bilgi, ‘kiÅŸ isel’ bilgi olmaktan çok, belirli bir seçkinler grubuna özgü enformasyon anlamındadır. Devlet sırlarını ve incelenmesine bazen ‘gizli felsefe’ de denilen doÄŸa sırlarını kapsamaktadır. ÖrneÄŸin, simyagerlik sırları, bazen ÅŸifreli olarak, bazen dost ve meslektaÅŸların gayri resmi ÅŸebekeleri aracılığıyla bazen de gizli derneklerin içinde aktarılır. Teknik sırlar zanaatçı loncalar ında paylaşılır, ama d ışar ıya sızd ırılmazlar.43
P. Burke, toplum dünyası bir tarafa, bütün doğa dünyasını bile deneyler aracılığıyla incelemenin olanaklı olmadığını belirtmektedir.44 Benzer anlama gelen ifadeleri Otto (Rudolf), dışarıda duran birisi için doğal olarak herhangi bir otorite değeri taşımayan mistik durumlar ın, mistikler için kesin bir geçerlilik arz ettiğini belirtir. Ona göre mistik yaşantı, gerçekte rasyonalist birinin ulaşamadığı, hakikatle ilgili başka alanlara kapı açan bir bilinçlilik durumudur.45
August Comte (1798-1857), insanlığın üç aÅŸamadan geçtiÄŸini ileri sürmüştür. Birincisi, doÄŸa olaylarının doÄŸaüstü nedenlerle açıklandığı dinsel aÅŸama. İkincisi, insanın felsefi ve metafizik soyutlamalarla düşündüğü metafizik aÅŸamaydı. Üçüncüsü, deneyime ve nesnel gözlemlere dayanarak gerçeÄŸe ulaşılan pozitivist aÅŸama. Bu düşünceler ağır eleÅŸtiriler aldı. Bunlardan biri, doÄŸa bilimleri modelinin maddeden farklı olarak istenç sahibi insana ve topluma uygulanamayacağıydı. DiÄŸeri, duyguların ve ideolojilerin etkisi altında her insan gibi bilimcinin de, deÄŸil toplum bilimlerinde, doÄŸa bilimleri alanında bile yansız kalamayacağı ‘nesnel’ bilgiye ulaÅŸamayacağıydı. Bir
43 Burke, a.g.k., s.83.
44 45 |
diÄŸeriyse, pozitivist bilim anlayışının toplum bilimleri alanında ‘deÄŸerler’ sorununu göz önüne almadığı yolundaydı.46
‘Haluk Nurbaki’ akılcı bilimin, dar gözlem penceresinden her ÅŸeyi çözmeye, yorum yapmaya çalıştığını belirtir. Onlar, beÅŸ duyu aracılığı ile kavramak istediÄŸi evrende bu beÅŸ duyunun ne kadar dar bir pencere olduÄŸunu tartışmak istemezler.47 Dr. Halûk Nurbaki’nin ‘İnsan GerçeÄŸi’ baÅŸlıklı yazısında aÅŸk, sevgi ve nefret de kesinlikle madde ötesidir. İnsanın madde ötesi yanıdır.48 Ona göre çağımızda madde ötesi varlık kavramı fiziÄŸe girmiÅŸtir.49
Çok yerde bilgi türleri olarak ‘gündelik bilgi’, ‘din bilgisi’, ‘sanat bilgisi’, ‘teknik bilgi’ ve ‘bilimsel bilgi’ sayılmaktadır. E. Durkheim, M. Weber, M. Scheler, K. Mannheim, P. A. Sorokin gibi birçok bilim insanı bilimsel bilgiyle diÄŸer bilgileri birbirinden ayırmıştır. Bilimsel bilgilere mutlak ve evrensel kesinlik niteliÄŸi verirken, diÄŸer bilgi tiplerinin, sosyal aktörlerin toplumdaki konumları tarafından belirlendiÄŸi düşüncesini savunmuÅŸlardır. Karl Popper ise, bilimsel araÅŸtırmalarda metafiziki paradigmalar ın da (mesela yarat ılış gibi) kullanılabileceÄŸini ileri sürerek, alışılagelmiÅŸ pozitivist bilim anlayışının karşısına çok önemli bir metot ve bakış açısı teklifi getirmiÅŸtir.50
‘Sir James Jeans’, ‘Physics and Philosophy’de fiziÄŸin tanıdığı dünya tüm gerçekliÄŸin yalnızca bir kesitini yansıtır demektedir.51 Francis Bacon(1561-1626), doÄŸru ve bilimsel bilgilere ulaşılabilmesi için, ‘idola’lardan yani ‘dü şünsel putlar’ olarak çevrilebilecek bu kavram içinde duyulardan, kiÅŸisel düşüncelerden, toplumsal önyargılardan ve inançlardan kurtulunması gerektiÄŸini ifade eder.52 İngiliz din bilgini Occamlı William ise mantık, din ve felsefe kavramlarla, bilim nesnelerle (ÅŸeylerle) ilgili bilgi dallarıdır demektedir.53
46 Åženel, A., ‘Erkenbilimden Bilimsel Bilgi Çağına Bilim Ve Bilimciler’, Bilim ve Gelecek Dergisi, Sayı.33, Kasım 2006, s.30-31. 47 Nurbaki, H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s.9. 48 www.kalbinsesi.com (08.06.2006) 50 Noyan, Ö. F.,Bilgi’den Bilim Sosyolojisine 51 Keller W., Parapsikoloji(TürkçeleÅŸtiren E. N. Erendor), İstanbul, 1995, s.8. 52 Åženel, a.g.m., s.27. 53 Åženel, a.g.m., s.25. |
Viyana Çevresi diye adland ırılan oluÅŸum içinde genel felsefe tavr ı, felsefenin bilimsel olması gerektiÄŸi yönündedir. Viyana çevresi’nin metafiziÄŸe bakışı da aynı çerçevede olmuÅŸtur. Viyana çevresi filozofları metafiziÄŸe karşı çıkmışlardır. MetafiziÄŸin doÄŸrulama sorunu ve doÄŸrulanabilirliÄŸine bakıldığında; bununla ilgili Ayer,
doÄŸrulama ve doÄŸrulanabilirlik deneysel olgularla ilgili önermelere iliÅŸkin kavramlardır demiÅŸtir. Viyana çevresi, doÄŸrulanabilirliÄŸi söz konusu olmayan önermeleri bilimden ve felsefeden çıkartmak istemiÅŸtir. Onlara göre olgusal birer anlam taşımayan önermeler yalancı önermelerdir. Carnap’a göre de viyana çevresi’nde, bir önermenin anlaml ılığı onun deneye dayalı doÄŸrulanabilirliÄŸine baÄŸlıdır. Carnap, doÄŸrulanabilir önermelerin anlamlı olduÄŸunu söyleyerek deneyi aÅŸan ve deneyin ötesinde kalan ÅŸeye iliÅŸkin bilgi ortaya koymak isteyen tüm önermeleri metafizik olarak adland ırır. MetafiziÄŸi yadırgama tavrında olan Carnap felsefe tarihindeki görüşlerin neredeyse hepsini metafizik sayar. Carnap, felsefe sorularını, metafizik, psikoloji ve mantık adlı alanlarda toplar. Felsefe sorularından metafizik olanların sanat alanına ait olduÄŸunu, psikolojiyi, deneysel bir bilim alanı, kalanı ise mantığı oluÅŸturur. Felsefenin amacı, mantıksal çözümleme yaparak eleÅŸtirel bir etkinlik gerçekleÅŸtirmektir dolayısıyla metafizik, bilgi olma bak ımından geçersiz k ılınmıştır. Bir önermenin do ÄŸrulanması için duyusal ya da anlık algılarımıza dayanan gözlem yapmak gerekir. Bunun dışındaki önermelerin bilgisel deÄŸeri olmaz. Metafizik önermeler, madde ötesine ait olduÄŸu için bilgisel açıdan bir ÅŸey ifade etmezler. “Öte” ile gözlemlenebilir olarak deneyin dışındaki her ÅŸey anlatılır. Bilgilerin doÄŸruluÄŸu sorununa açıklık getirmeyi amaçlayan Viyana çevresi, güven duymamızı saÄŸlayıcı bir ölçüte dayanarak sorunu çözdüğü düşüncesindedir. Onlar bu ölçüte göre metafizik kavramını oluÅŸturur. Sonuçta Viyana çevresi’nin kendi felsefe anlayışı çerçevesinde oluÅŸturduÄŸu bir metafizik kavramına dayanarak felsefede metafiziÄŸi yadsıdığı görülmektedir.54
Bilimsel açıdan, metafiziki yaşantılar ve meditasyonel alıştırmalardaki değişmelerin kaydedilmesiyle ilgili çe şitli imkânlara ulaşılmıştır. Beyin aktivitesini ölçmek üzere geliştirilen elektroansefalografi (EEG), kalp aktivitesini ölçmek üzere geliştirilen elektrokardiyografi (EKG) ile göz hareketlerini tespit etmek üzere geliştirilen elektrookulografi (EOG), bu bağlamda kullanılan ölçme araçlarından bazıları olarak sayılabilir55
MetafiziÄŸin bir bilim dalı olup-olmamas ı ile ilgili bir bilim dergisinde: Metafizik bir bilim dalı mıdır? Bir bilim dalının, bilim dalı olabilmesi için, konusu olan materyallerle etkileÅŸim içinde olması gerekmez mi? (Fırat HacıahmetoÄŸlu) sorularına cevap olarak Zuhal Özer: Metafizik, bir bilim dalı deÄŸildir çünkü bilim dalı olabilmesi için, o konuyla ilgili bilimsel gözlemler, analizler, deneyler yapılabilmesi gerekir. Metafizik ise bilim dışı konularla ilgilidir. MetafiziÄŸi bilimle iliÅŸkilendirmeye dönük çalışmalar varsa da, bu konuda herhangi bir bulgu elde edilememiÅŸtir,18demektedir. Anlaşılacağı üzere diÄŸer bilim dalları ile ilgili yöntemler pek kullanılamadığı için metafizik bilim olarak kabul edilmeyebiliyor. Morgan’ ın kitabında metafizik yaÅŸantıyla ilgili olarak bir kiÅŸi gözlerini kapıyor ve havada gezerek kilometrelerce ötede olan ÅŸeyleri görebiliyor.
Yeraltına yolculuklar yaparak hangi bitkilerin büyümekte olduÄŸunu, yeraltı ırmağında ne kadar su olduÄŸunu ve yeni bir hayvan yuvasının nerede olduÄŸunu ve içinde kaç tane yavru olduÄŸunu görebiliyor. KuÅŸların ve hayvanların duyularını kullanarak, bunun yapılması istendiÄŸinde, halkına ve tüm diÄŸer canlılara yardım edebiliyor. Bu onun, bir insanın bedeninin içini görebilmesini ve orada neler olduÄŸunu bilmesini saÄŸlıyor. Ona gereken tek ÅŸey konuÅŸma, müzik ya da renklerdir. Ruhsallıkla baÄŸlantısı olmayan hiçbir dış güç, hastalık ya da kaza yoktur bir bakıma. Herhangi bir insanı iyileÅŸtirmesi için o, kendisine sunulan ruhsal geliÅŸim fırsat ını belirlemede yardımcı oluyor.19 Bir an bu yazılanların tamamen doÄŸru-gerçek olduÄŸunu kabul edelim. Hatta test edelim ve doÄŸruluÄŸunun farkına varalım. Bu insan kendisine ve baÅŸkasına zarar vermedikten sonra, söylediÄŸi ÅŸeyler baÅŸkasına faydalı oluyorsa onu dikkate almalı deÄŸil miyiz? Kilometrelerce ötede olan ÅŸeylerle mesela bir suçla ilgili bilgi, doÄŸru bilgi alındığında, bu bilgiyle beraber suç önlense veya suçlu yakalansa bu yanlış mı olur? Dünyanın iki kutuplu olması bu konuda da farklı bakış açılarını getirmekte. Batı rasyonalizmi, doÄŸu mistik ve gizemli olanı simgelemekte. DoÄŸu kültürleri Batı’da yükselen eÄŸilimlerden.
Yani metafiziki konular her geçen gün artan bir ilgiyle araÅŸtırılmakta. Bir taraf mantıkçı pozitivistlerin, kendileriyle uyu ÅŸmayan bütün filozofları metafizikçi diye yaftalama eÄŸiliminde olduÄŸunu belirtmektedir. Onlara göre metafiziÄŸin sözcük anlamı boÅŸtur ve metafizikçi gürültü eder, fakat hiçbir ÅŸey söylemez. Kantçılar da benzer düşünür: Onlar için Kant’tan farklı görüşte olan herkes metafizikçidir; bu onlarda metafizikçilerin bo ÅŸ konuÅŸtuklar ı anlamına deÄŸil, eskimiÅŸ ve felsefe dışı oldukları anlamına gelir,20 diyor. DiÄŸer taraf ise; doÄŸru, gerçek bilgiye ulaÅŸmak için, duyu organları ve akılla birlikte sezginin de kriter olarak kabul edilmesi gerekir diyor.
Bergson’a göre metafizik, ‘hakikat’in bilgisine ula ÅŸmamızı saÄŸlayan ‘bilim’dir ve hatta kendine özgü yöntemiyle gerçekleÅŸtirilecek çok özel türden bir bilme etkinliÄŸi olarak bilimdir.21 Tarih içinde din ve metafiziÄŸin çok ciddi eleÅŸtirilere maruz kaldığı ve her ÅŸeyin bilimsel ilke ve normlara göre açıklandığı zamanlar olmuÅŸtur. Mantıkçı pozitivizm olarak bilinen bir akım, pozitivizmin 20. yüzyıldaki bir devamı niteliÄŸindedir. ‘Mantıksal atomculuk’ olarak da adlandırılan bu felsefi akım, metafiziÄŸe ve dine ağır eleÅŸtirilerde bulunarak metafizik ve dinsel önermelerin anlamsız olduÄŸunu ileri sürmüştür. Herbert Feigl, Philipp Frank, Moritz Schilick, Rudolph Carnap ve A. J. Ayer gibi filozoflara göre, bir önermenin biliÅŸsel ya da bilgisel bir anlama sahip olup olmadığını belirlemede temel ölçüt doÄŸrulanabilirlik kriteridir. Bu akıma göre dinsel ve metafizik önermeler, deneysel olarak doÄŸrulama kriterine uymadıklarından anlamsızdırlar.22 Mantıkçı pozitivizm, 1920’li tarihlerden bu yana uzun bir süreç geçirmiÅŸtir. Bu süreçteki filozoflar artık metafizik, teoloji ve dini reddetmiyorlar. Onlar hala, metafiziksel ve teolojik ifadelerin biliÅŸsel bir anlama sahip olup olmad ığı
konusuyla ilgilenmektedirler. Birçoğu bu tür ifadelerin hiçbir öngörüsel değeri olmadığını ve onların gerçekte olgu durumlarıyla uygunluk arz etmediğini ve bu yüzden
de onların edimsel anlamdan yoksun olduklarını iddia etmektedirler. Biliniyor ki din ile metafiziğin bilimden asıl ayrılması aydınlanma ile başlad ı ve pozitivistlerce aç ığa
çıkarıldı. Pozitivist düşünce günümüzde etkisini sürdürmektedir.  Pozitivistler metafiziği, gerçekliğin duyusal dünyadan başka bir şey olduğunu iddia eden bir tür transandantalizmle özdeşleştirmişlerdir ve metafizikçi filozof bu transandant dünyanın bilgisini bize sunabilir. Pozitivistin metafizikçiye cevabı, tecrübe sınırlarını aşan bir
gerçekliÄŸe referans olan hiçbir ifadenin literal bir anlama sahip olamayacağıdır. ‘ Pozitiviste göre metafiziksel iddialar ‘kötü gramer’ veya biliÅŸsel anlamsız olarak elendiÄŸi gibi aynı ÅŸekilde, teolojik iddialar da elenebilir; çünkü teoloji bir tür
metafiziktir.
Fransız matematikçi M. Poincar her yeni keÅŸif, tasavvur kabiliyetimizin yetersizliÄŸini gösteren bir bilinmeyenle bizi kar şıla ÅŸtırmaktad ır demektedir. Hislerimize sığabilen gerçek kâinattan, gerçek ötesi bir kâinata, metafiziÄŸe dâhil bir âleme girmekteyiz. Jennifer Trusted’a göre; mistik metafizik(din dâhil) inançlar, Hume ve pozitivistlerin iddia ettikleri kadar anlamsız ve faydasız deÄŸillerdir. Ona göre bunun bir sebebi, onları spekülatif teorilerden ve fiziksel varsayımlardan tümüyle çıkarıp atmamızın mümkün olmayışı, diÄŸer sebebi de maddi dünyayı anlamak ve açıklamak isteyenlerin pek çoÄŸunu tartışma götürmez ÅŸekilde motive etmiÅŸ ve esinlendirmiÅŸ olmalarıdır. Bütün bilimler metafizik inançlar sistemi öngörmüş ve mistik inançlar çoÄŸu
sistemlerin önemli bir parçası olagelmiÅŸtir. Trusted, bilimde kanıtlanamayan unsurlar olduÄŸu konusunda Anthony O’Hear’a katılarak, bunları da ‘mitolojik’ten çok ‘metafizik
olarak adlandırır.
Günümüzde modern bilim, tek doÄŸru bilgi bilimsel bilgidir diyerek, diÄŸer kaynaklara ait bilgi türlerinin baÅŸardığı, fakat bilimsel bilginin açıklayamadığı doÄŸruları kabul etmemektedir. Modern bilim ‘niçin?’ sorusuna cevap vermekten de kaçınır, çünkü sorunun cevabı metafizikle ilgili düşünceleri akla getirebilir. Olayları daha doÄŸru açıklayabilmek için modern bilimin metafiziki açıklamalara yer vermesi gerekir.
Alev Alatlı bir yazısında ‘Klasik Fizik’in doÄŸrusal sistemleri çözdüğünü ancak gerçek dünyada doÄŸrusal sistem olmadığını belirtmektedir. BirÅŸeyi etkilersek, bu sonucu alırız diye kesin bir ÅŸey söylenemeyeceÄŸini; çünkü gerçek dünyanın doÄŸrusal olmadığını ifade etmektedir. Ona göre gerçek dünya kırçıl, gerçek dünya puslu ve gerçek dünya saçaklıdır. Siyah-beyaz olan, tertipli, düzenli olan, bilimdir, dünya deÄŸildir. Kırçıl bir dünyayı anlatmak için, içinde kırçıl kelime olmayan bir dili, bilimin dilini kullanmak sorun olmaktadır. Bu soruna ‘Uyumsuzluk Problemi’ denildiÄŸini belirtiyor. Ona göre Eski Yunan ve Demokritus kâinatı atomlara ve boÅŸluÄŸa indirgedi, Eflatun dünyayı doÄŸrularla, üçgenlerle doldurdu, Aristo siyah-beyaz mantığın kanunlarını yazdı. Bu yüzden matematikçiler ve bilim adamlar ı, aslen puslu/kırçıl/saçaklı olan evreni tarif etmek için, siyah-beyaz kanunları kullanıyorlar. Alatlı, Aristo mantığının ikili (doÄŸrusal) sisteminde gökyüzü ya mavidir, ya da mavi deÄŸildir, demektedir. Hem mavidir hem de deÄŸildir olmaz. Bir ÅŸey, doÄŸrudur veya yanlıştır. Dijital bilgisayar, 0/1 ikili sistemde çalışır. Bilim, siyah-beyaz düşüncenin zaferidir aslında. Yazısında Alatlı, ‘Yeni Fizik’in önde gelen iki aç ılımından birisinin ‘Kaos Paradigmas ı’, diÄŸerinin ‘Fuzzy’, yani puslu veya saçaklı mantık olduÄŸunu iddia eder. Bu iki açılımın, insanlığı siyah-beyaz düşünceden, kesin yargıların kabalığından, dayatmasından kurtaracağı söylenmektedir. Dünyada kesin doÄŸru olan hiçbir tanım veya ölçü olmadığı düşüncesi, düşünce biçimimizin radikal bir deÄŸiÅŸime uÄŸrayacağının habercisi olduÄŸunu ifade etmektedir.29 Alatlı’nın bu deÄŸerlendirmesi, fiziÄŸin yeni açılımlarını dikkatli bir ÅŸekilde takip etmek gerektiÄŸini hatırlatmaktadır.
29 Alatlı, A., ‘Siyah-Beyaz Düşüncenin Cenderesi Biterken’ Zaman, 08 Åžubat 2002. 30 Tevfik, R., Felsefe Dersleri (Günümüz Türkçesine Çev. M. M. DedeoÄŸlu), Ankara, 2001, s.37. 31 Tevfik, a.g.k., s.83. |
İnsan metafizik bir hayvand ır, (Yani metafizik teriminin içermiÅŸ olduÄŸu meseleleri düşünmeÄŸe yarat ılışça yetenekli olan bir hayvan -ki canlı varlık demektir)30 diyen Alman filozof Schopenhauer metafizik meseleleri bizi uykudan uyand ıran ve bununla beraber, içinden çıkılmaz bir hayret girdabına düşüren meseleler31 olarak ifade etmektedir. Paulsen’in Felsefeye GiriÅŸ ‘Introduction to philosophy’ adlı eserinden ve İngilizce’ye tercüme olunmuÅŸ nüshasından iktibas ederek Rıza Tevfik ise kitabında felsefenin bütün varlık âlemini iki açıdan incelemeye elveriÅŸli olduÄŸunu belirtmektedir. Biri felsefi bakışla, diÄŸeri de bilimsel bir bakış açısıyla. Yani tasavvuri veya tecrübî bir surette. Ona göre bilimin ödevi, metodik bir tecrübe (experience methodique) sayesinde olaylar, tek tek olgular hakkında bilgi elde edilmesidir. Felsefenin ödevi ise kendine
özgü bir araÅŸtırma vetiresi (procède d’investigation) ile ÅŸey’lerin özsel gerçekliÄŸini
ayrıca bir diğeri arasındaki içsel bağları ortaya koyabilmektir.
Emile Boutroux, âlemde zorunsuzluÄŸun hâkim olduÄŸunu savunan bir filozoftur. BaÅŸka bir deyiÅŸle, tabiat bilimleri ve kanunlarının tenkidine dayanarak ruhi melekelere baÅŸvuran ve ilmi zekâya indirgenemez bir zekâyı esas alan Boutroux, ‘Zorunsuzluk
Doktrini’nin kurucusu olmaktadır.  Ona göre bilimler, bir takım kanunları zorunlu olarak koymak istiyorlar ancak tabiat gerçekte, zorunsuz bir takım kanunlarla donat ılmıştır. Yani kanunlar ın varlıklardan önce gelmediÄŸini, varlıklar ın, kanunlar ın
taşıyıcısı ve dayanağı durumunda bulunduÄŸunu ifade etmektedir.  Boutroux’a göre tabiat kanunları, ‘deney yapan ÅŸahsın tabiata yönelttiÄŸi bir takım sorulardır. Tabiat bu kanunlara uymayacak olursa, deney yapan bu soruları deÄŸiÅŸtirmeye hazırdır’. Kısaca,
onun nazarında tabiat kanunları mutlak değil, izafi ve değişebilir niteliktedir. Değişebilir nitelikteki olaylardan mistik olay, bir tecrübeden ibarettir; kavramlarla, kelimelerle ifadesi imkânsız olan bir tecrübedir ona göre. Kendisinde tecrübe etmeyen hiç kimse, bunun ne olduğunu bilemeyecektir. Dolayısıyla böyle bir olay, dıştan incelenemez. Bu konuda bir fikir sahibi olmaya yardım eden bütün dış belirtiler, onu
anlatmakta yetersizdir.  Esrarengiz bir güç veya mucizevî bir olgu; böyle bir şeyin varlığı kabul edilse bile, bilinen kanunlar yardımıyla açıklamakta başarılı olunamayan bir olaydan başka bir şey değildir bunlar. Bu imkânsızlığın doğruluğu ortaya çıkarsa,
bilim bu olguyu açıklamak için başka kanunlar arar.
C. Sunar kâinatı bilmek, anlamak ve tefsir edebilmek için ancak tecrübe üzerine yapılacak bir şeye dayanılması gerektiğini belirtmektedir. Dayanılacak bu tecrübenin, tek bir kişinin şahsi tecrübesi olmaması gerekir. Şahsi tecrübe sadece küçük bir tasvir verebilir. Dolayısıyla tam bir bilgiye, anlamağa ulaşabilmek için geçmişin ve şimdinin bütün tecrübelerini toptan almağa mecbur olunur. Hatta sadece bilim adamının tecrübesiyle de yetinmeyip artistlerin, mistiklerin tecrübelerini de yani dış dünyanın
tecrübeleriyle birlikte iç dünyanın tecrübelerini de dikkate almak gerekebilir.
Tartışma konusuyla ilgili olarak Andruzac, hakikat arayışında sonuna kadar gitmek isteyen bir zekânın çıkış noktası, dışsal deneyimdir, demektedir. Ona göre bu bir psiÅŸizmi, bir zekâyı ve bir iradeyi barındıran bedenin, onun için olanaklı kıldığı deneyimler birlikteliÄŸidir; varoluÅŸ yargısının çeÅŸitli kipliklerinde bir biçimde tamamlanan ve sonunda ‘evet, böyle bir ÅŸey var’ olumlamasına ulaşılan deneyimlerdir. Bu olumlama esinlenmeyi, sezgiyi, diÄŸer insanların deneyimlerini ve olumlamalarını görmezden gelemez ona göre. Tam tersine, onları yargılamayı ve kabul etmeyi olanaklı kılan koÅŸulu belirleyebilir. Bu kabul, duygusalc ılığın kökeninde deÄŸildir; bilgi kaynağını sadece duyuların verilerinin oluÅŸturduÄŸunu öne sürmez. Bu temel ilkenin, insanın bir psiÅŸizme sahip olduÄŸunu unutmuÅŸ olan felsefe ‘sistem’leri için korkutucu olduÄŸunu belirtmektedir.39
Metafiziki zannedilen bazı olaylar iyice soruşturulmadan, emin olunmadan hikâye edilmekte. Örnek verilebilecek bir olayı Fontenelle şu şekilde ifade etmekte:
‘1593 yılında, dolaÅŸan söylentilere göre, Silezya’da yedi yaşında bir çocuÄŸun bütün diÅŸleri düşmüş, fakat azı diÅŸlerinden birinin yerine altın bir diÅŸ gelmiÅŸti: 1595 yılında, Helmstad üniversitesinde tıp profesörü olan Horstius adında biri bu diÅŸ hakkında bir yazı yazdı ve onun kısmen tabii, kısmen de mucizevî bir ÅŸey olduÄŸunu, Tanrının çocuÄŸa bu diÅŸi Türklerden çok ızdırap çeken hristiyanları teselli etmek üzere verdiÄŸini anlattı. Gerçekten tuhaf bir teselli vasıtası! Bu diÅŸin hristiyanlarla veya Türklerle ne ilgisi olabilirdi? Aynı yıl, bu altın diÅŸ hakkında tarihçiler de bir ÅŸey söylemiÅŸ olsunlar diye, Rullandus bu iÅŸin tarihini yazdı. İki yıl sonra Ingolsteterus adında bir baÅŸka allame bir eser yazarak Rullandus’un fikirlerine itiraz etti, bunun üzerine Rullandus da ona gayet âlimane bir ÅŸekilde cevap verdi. Bu arada bir baÅŸka büyük zat, Libavius, altın diÅŸ hakkında bütün söylenenleri toplayarak kendi nazariyesini de ekledi. Bunların hepsi de gayet güzel eserlerdi, ama hepsinde de eksik olan bir nokta vardı: bu diÅŸin altın olduÄŸuna dair açık-seçik bilgi vermiyorlardı. ÇocuÄŸun diÅŸi muayene edilmek üzere kuyumcuya gösterilince anlaşıldı ki, diÅŸin üzerine altın bir varak fevkalade bir maharetle yapıştırılmıştı. Önce kitaplar yazıldı, sonra kuyumcuya danışıldı.’40
Polonyalı bilim adamı Ludwik Fleck’e göre bilinen herhangi bir ÅŸey, onu bilene, her zaman sistemli, kanıtlanmış, uygulanabilir ve doÄŸruluÄŸu belli gibi görünmüştür. Bunun yanında her yabancı bilgi sistemi de, aynı biçimde, çeliÅŸkili, kanıtlanmamış,
uygulanamaz nitelikte, hayali ya da gizemli görünmüştür.41 Bilinmeyeni, hayali görüneni uygulanabilir niteliÄŸe dönüştürürken zor yollardan geçmek durumunda kalınıyor. Berke’nin ifade ettiÄŸine göre Amerikan akademik çevreleri üstüne incelemesinde Veblen, sosyolojinin fenerini üniversite sisteminin karanl ık yerlerine tutmuÅŸ ve akademisyenleri, ‘papazlar, ÅŸamanlar, büyücüler’ gibi diÄŸer ‘gizli (esoterik) bilgi’ bekçileriyle karşılaÅŸtırmıştır. Sonuç olarak bu gizli bilginin, ‘dışarıdaki herhangi birinin gözünde niteliÄŸini, kapsamını ve yöntemini grubun yaÅŸam alışkanlıklarından aldığı besbelli olmakla birlikte’ o grup içinde evrensel gerçek sayıldığını belirtmektedir.42 Bilgiyle ilgili bir ayrım, kamusal ile ‘özel’ bilgi aras ındad ır. Özel bilgi, ‘kiÅŸ isel’ bilgi olmaktan çok, belirli bir seçkinler grubuna özgü enformasyon anlamındadır. Devlet sırlarını ve incelenmesine bazen ‘gizli felsefe’ de denilen doÄŸa sırlarını kapsamaktadır. ÖrneÄŸin, simyagerlik sırları, bazen ÅŸifreli olarak, bazen dost ve meslektaÅŸların gayri resmi ÅŸebekeleri aracılığıyla bazen de gizli derneklerin içinde aktarılır. Teknik sırlar zanaatçı loncalar ında paylaşılır, ama d ışar ıya sızd ırılmazlar.43
P. Burke, toplum dünyası bir tarafa, bütün doğa dünyasını bile deneyler aracılığıyla incelemenin olanaklı olmadığını belirtmektedir.44 Benzer anlama gelen ifadeleri Otto (Rudolf), dışarıda duran birisi için doğal olarak herhangi bir otorite değeri taşımayan mistik durumlar ın, mistikler için kesin bir geçerlilik arz ettiğini belirtir. Ona göre mistik yaşantı, gerçekte rasyonalist birinin ulaşamadığı, hakikatle ilgili başka alanlara kapı açan bir bilinçlilik durumudur.45
August Comte (1798-1857), insanlığın üç aÅŸamadan geçtiÄŸini ileri sürmüştür. Birincisi, doÄŸa olaylarının doÄŸaüstü nedenlerle açıklandığı dinsel aÅŸama. İkincisi, insanın felsefi ve metafizik soyutlamalarla düşündüğü metafizik aÅŸamaydı. Üçüncüsü, deneyime ve nesnel gözlemlere dayanarak gerçeÄŸe ulaşılan pozitivist aÅŸama. Bu düşünceler ağır eleÅŸtiriler aldı. Bunlardan biri, doÄŸa bilimleri modelinin maddeden farklı olarak istenç sahibi insana ve topluma uygulanamayacağıydı. DiÄŸeri, duyguların ve ideolojilerin etkisi altında her insan gibi bilimcinin de, deÄŸil toplum bilimlerinde, doÄŸa bilimleri alanında bile yansız kalamayacağı ‘nesnel’ bilgiye ulaÅŸamayacağıydı. Bir
43 Burke, a.g.k., s.83.
44 45 |
diÄŸeriyse, pozitivist bilim anlayışının toplum bilimleri alanında ‘deÄŸerler’ sorununu göz önüne almadığı yolundaydı.46
‘Haluk Nurbaki’ akılcı bilimin, dar gözlem penceresinden her ÅŸeyi çözmeye, yorum yapmaya çalıştığını belirtir. Onlar, beÅŸ duyu aracılığı ile kavramak istediÄŸi evrende bu beÅŸ duyunun ne kadar dar bir pencere olduÄŸunu tartışmak istemezler.47 Dr. Halûk Nurbaki’nin ‘İnsan GerçeÄŸi’ baÅŸlıklı yazısında aÅŸk, sevgi ve nefret de kesinlikle madde ötesidir. İnsanın madde ötesi yanıdır.48 Ona göre çağımızda madde ötesi varlık kavramı fiziÄŸe girmiÅŸtir.49
Çok yerde bilgi türleri olarak ‘gündelik bilgi’, ‘din bilgisi’, ‘sanat bilgisi’, ‘teknik bilgi’ ve ‘bilimsel bilgi’ sayılmaktadır. E. Durkheim, M. Weber, M. Scheler, K. Mannheim, P. A. Sorokin gibi birçok bilim insanı bilimsel bilgiyle diÄŸer bilgileri birbirinden ayırmıştır. Bilimsel bilgilere mutlak ve evrensel kesinlik niteliÄŸi verirken, diÄŸer bilgi tiplerinin, sosyal aktörlerin toplumdaki konumları tarafından belirlendiÄŸi düşüncesini savunmuÅŸlardır. Karl Popper ise, bilimsel araÅŸtırmalarda metafiziki paradigmalar ın da (mesela yarat ılış gibi) kullanılabileceÄŸini ileri sürerek, alışılagelmiÅŸ pozitivist bilim anlayışının karşısına çok önemli bir metot ve bakış açısı teklifi getirmiÅŸtir.50
‘Sir James Jeans’, ‘Physics and Philosophy’de fiziÄŸin tanıdığı dünya tüm gerçekliÄŸin yalnızca bir kesitini yansıtır demektedir.51 Francis Bacon(1561-1626), doÄŸru ve bilimsel bilgilere ulaşılabilmesi için, ‘idola’lardan yani ‘dü şünsel putlar’ olarak çevrilebilecek bu kavram içinde duyulardan, kiÅŸisel düşüncelerden, toplumsal önyargılardan ve inançlardan kurtulunması gerektiÄŸini ifade eder.52 İngiliz din bilgini Occamlı William ise mantık, din ve felsefe kavramlarla, bilim nesnelerle (ÅŸeylerle) ilgili bilgi dallarıdır demektedir.53
46 Åženel, A., ‘Erkenbilimden Bilimsel Bilgi Çağına Bilim Ve Bilimciler’, Bilim ve Gelecek Dergisi, Sayı.33, Kasım 2006, s.30-31. 47 Nurbaki, H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s.9. 48 www.kalbinsesi.com (08.06.2006) 50 Noyan, Ö. F.,Bilgi’den Bilim Sosyolojisine 51 Keller W., Parapsikoloji(TürkçeleÅŸtiren E. N. Erendor), İstanbul, 1995, s.8. 52 Åženel, a.g.m., s.27. 53 Åženel, a.g.m., s.25. |
Viyana Çevresi diye adland ırılan oluÅŸum içinde genel felsefe tavr ı, felsefenin bilimsel olması gerektiÄŸi yönündedir. Viyana çevresi’nin metafiziÄŸe bakışı da aynı çerçevede olmuÅŸtur. Viyana çevresi filozofları metafiziÄŸe karşı çıkmışlardır. MetafiziÄŸin doÄŸrulama sorunu ve doÄŸrulanabilirliÄŸine bakıldığında; bununla ilgili Ayer,
doÄŸrulama ve doÄŸrulanabilirlik deneysel olgularla ilgili önermelere iliÅŸkin kavramlardır demiÅŸtir. Viyana çevresi, doÄŸrulanabilirliÄŸi söz konusu olmayan önermeleri bilimden ve felsefeden çıkartmak istemiÅŸtir. Onlara göre olgusal birer anlam taşımayan önermeler yalancı önermelerdir. Carnap’a göre de viyana çevresi’nde, bir önermenin anlaml ılığı onun deneye dayalı doÄŸrulanabilirliÄŸine baÄŸlıdır. Carnap, doÄŸrulanabilir önermelerin anlamlı olduÄŸunu söyleyerek deneyi aÅŸan ve deneyin ötesinde kalan ÅŸeye iliÅŸkin bilgi ortaya koymak isteyen tüm önermeleri metafizik olarak adland ırır. MetafiziÄŸi yadırgama tavrında olan Carnap felsefe tarihindeki görüşlerin neredeyse hepsini metafizik sayar. Carnap, felsefe sorularını, metafizik, psikoloji ve mantık adlı alanlarda toplar. Felsefe sorularından metafizik olanların sanat alanına ait olduÄŸunu, psikolojiyi, deneysel bir bilim alanı, kalanı ise mantığı oluÅŸturur. Felsefenin amacı, mantıksal çözümleme yaparak eleÅŸtirel bir etkinlik gerçekleÅŸtirmektir dolayısıyla metafizik, bilgi olma bak ımından geçersiz k ılınmıştır. Bir önermenin do ÄŸrulanması için duyusal ya da anlık algılarımıza dayanan gözlem yapmak gerekir. Bunun dışındaki önermelerin bilgisel deÄŸeri olmaz. Metafizik önermeler, madde ötesine ait olduÄŸu için bilgisel açıdan bir ÅŸey ifade etmezler. “Öte” ile gözlemlenebilir olarak deneyin dışındaki her ÅŸey anlatılır. Bilgilerin doÄŸruluÄŸu sorununa açıklık getirmeyi amaçlayan Viyana çevresi, güven duymamızı saÄŸlayıcı bir ölçüte dayanarak sorunu çözdüğü düşüncesindedir. Onlar bu ölçüte göre metafizik kavramını oluÅŸturur. Sonuçta Viyana çevresi’nin kendi felsefe anlayışı çerçevesinde oluÅŸturduÄŸu bir metafizik kavramına dayanarak felsefede metafiziÄŸi yadsıdığı görülmektedir.54
Bilimsel açıdan, metafiziki yaşantılar ve meditasyonel alıştırmalardaki değişmelerin kaydedilmesiyle ilgili çe şitli imkânlara ulaşılmıştır. Beyin aktivitesini ölçmek üzere geliştirilen elektroansefalografi (EEG), kalp aktivitesini ölçmek üzere geliştirilen elektrokardiyografi (EKG) ile göz hareketlerini tespit etmek üzere geliştirilen elektrookulografi (EOG), bu bağlamda kullanılan ölçme araçlarından bazıları olarak sayılabilir55