ÇOK ÖZEL EL YAPIMI YÜZÜĞÜMÜZ ARKA KISMINDA BİLE  ÖZEL İŞÇİLİK VAR YAN KISIMLARI OSMANLI TUĞRASI İLE BEZENMİŞ.
21 GR
HAS SARI KEHRİBAR TAŞI ELİNİZİ SÜRTÜĞÜNÜZDE MİS GİBİ ÇAM KOKUSU GELİYOR
AĞIR BİR YÜZÜK ALAN KİŞİ HAYRINI GÖRSÜN
KEHRİBAR ESKİ ZAMANLARDA İNSANLARIN BEREKET AMAÇLIDA KULLANDIKLARI TAŞLARDAN BİRİDİR.
GÜMÜŞÜ 1.KALİTEDEDİR.TAÅžI GÜMÜŞTEN DAHA KIYMETLİDİR…..
Kehribar. Çamgiller (Pinaceae) familyasından, bir çam türü olan Pinus succinifera aÄŸaçlarının fosilleÅŸmiÅŸ reçinesi. Toplumlarda bazı süs eÅŸya yapımında kullanılan açık sarıdan kızıla kadar çeÅŸitli renklerde yarı saydam, kolay kırılabilen ve bir yere gömüldüğü zaman ufak cisimleri kendine çekme özelliÄŸi kazanan bir fosildir. Baltık Denizi’nden (Polonya) çıkarılan kehribar, yüzyıllardan beri kadınların süs eÅŸyalarından en gözde sayılan taÅŸlardan biri olarak benimsenmiÅŸtir. Parlaklık ve renk açısından onu hiçbir saydam taÅŸ ile kıyaslamak mümkün deÄŸildir. Kehribara yapışan fosilleÅŸmiÅŸ böcekler, yabani bitkilerin fazla oluÅŸu, diÄŸer taÅŸlarda görülmeyen önemli özelliklerdendir.
Avrupa’da kehribar yatakları en çok Ukrayna, Romanya, İsveç, İngiltere, Hollanda ve Sicilya’da görülmektedir. Kehribar ortalama 25 ile 40 m arasında deÄŸiÅŸen bir derinlikte ve eski devirlerde meydana gelen denizaltı çökeltilerinin iki tabakası arasında damarlar ÅŸeklinde bulunmaktadır. Buna mavi toprak denilmektedir. Bu kehribarın ikinci vatanıdır. Birinci vatanı ise bugünkü İskandinav ve Polonya Baltık
Denizi’nin büyük bir kısmını içine alan sahalardır. Buralarda bir zamanlar büyük ormanların bulunduÄŸu tahmin edilmektedir. Kıtalar arasındaki büyük deÄŸiÅŸikliklerin sonucunda bu bölgeler sular altında kalmış ve uzun seneler sonucu toplanan çam sakızı kütleleri deniz suyuyla sürüklenip gitmiÅŸti. Bunlar üzerine kum ve çakıl taÅŸlarının kaplanması ile mavi toprak olarak bilinen tabaka hasıl olmuÅŸtur. Yapılan tetkikler sonucunda ilim adamlarının verdikleri kararlardır.
Çok beğenilen bu süs eşyası yanında, kullanılan taşın içindeki böcek, yaprak ve çiçek kalıntıları hiçbir zaman bozulmayacak şekilde mumyalanmıştır. Bunlar eski devirler hakkında aydınlatıcı bilgilerin edinilmesine yardımcı olmaktadır. Kehribarda deterpenik reçine asitleri, rezenler ve biraz uçucu yağ bulunur.
Kehribardan çeÅŸitli kadın eÅŸyaları yanında, tesbih ve ağızlık da yapılmaktadır. Eskiden uyarıcı ve antispazmodik olarak da kullanılırdı. Bugün ilaç olarak da kullanılmaktadır. Türkiye’de kehribar genellikle gösteriÅŸli tesbih yapımında kullanılmaktadır.
Fiziksel ve kimyasal özellikleri
Kehribarın tüm özellikleri, yaşına, gömülme şartlarına ve reçine salgılayan ağacın türüne bağlı olarak değişiklik göstermektedir.
Kehribar amorf (şekilsiz ) olup, saydam, yarı saydam veya opak olabilir. Sedimentler içinde genellikle düzensiz topak, nodül (yumru ), sarkıt veya damlacık şeklinde bulunur. Kehribar bir mineral olmadığından sabit bir kimyasal formulü yoktur. Ancak C10 I H16 I O4 şeklinde bir kompozisyon verilebilir. Yapısındaki ana elementler olan C%67-87, H%8.5-11, O%15, S%0-0.46 oranlarında olabilir. Özgül ağırlığı 1.05-1.30 g/cm3 tür. Tamamen saydam Kehribarın özgül ağırlığı 1.1 g/cm3 tür. Beyaz renklisinin özg. Ağ.ı 0.90-0.96 gr/cm3 tür ki özgül ağırlığı 1 olan saf suda yüzebilir. Kehribar %10 oranında tuz bulunduran suda yüzecek kadar hafiftir.[1]
SertliÄŸi Mohs sertlik cetveline göre 2.5-3 deÄŸerindedir. Kehribarın sertliÄŸi, özgül ağırlığı ve kimyasal formulü bulunduÄŸu jeolojik koÅŸullara baÄŸlı olarak lokasyondan lokasyona küçük farklılıklar gösterebilir. Sertlik Baltık bölgesinde 2-2.5, Dominik’te 1-2 olup Burma (Myanmar)’da 3 civarındadır. Yapısında sıkça bulunabilen succinic asitin formulü ise COOH(H2)2COOH15 ÅŸeklindedir.
Turuncu, sarı, kırmızı, kahverengi, konyak rengi, bal rengi, altın rengi, kemik rengi, siyah, renksiz, mavi ve yeşil renklerde bulunabilir. Kehribarın 256 farklı renk tonu katalog haline getirilmiştir.[2]
Kehribar hafifçe ısıtılırsa reçine kokusu duyulur, 150 °C’ye kadar ısıtılırsa yumuÅŸar, 375 °C civarında ise parlak, dumanlı bir alevle, hoÅŸ bir çam reçinesi kokusu çıkararak yanar. Milattan önce 600’lü yıllarda Milet’li Thales kehribarın yünlü kumaÅŸ, post gibi yüzeylere sürtüldüğünde kıvılcım çıkarttığını görmüş, sonra onun saç teli, saman, odun kıymığı gibi hafif maddeleri kendine çektiÄŸini gözlemiÅŸtir. Bu özellik 2000 yıl gizemini korumuÅŸ ancak 1600’lerde Dr. William Gilbert kehribarın manyetik özelliÄŸini araÅŸtırmış ve eski Yunan’da kehribarın ismi olan Elektrondan esinlenerek elektrik sözcüğünü ilk kullanan bilim adamı olmuÅŸtur.[3]
Tıp’ta ve diÄŸer alanlarda kullanımı
Eskiden tıpta şöhrete ve epeyce kullanım alanına sahip olan amber bugün bu amaçla kullanılmaz. Geçmişte saflaştırılmış amber yağı isteri ve boğmacada kullanılmıştır. Aynı zamanda ilkçağdan bu yana güzel koku imalatında da kullanılmıştır. Amber, Anadoluda da yaygın olarak kullanılmaktadır. Amber mürekkeb imalatında da kullanılmaktadır. Kehribar olarak da bilinmekte ve takı yapımında sıklıkla kullanılmaktadır.
Antik Romada çeşitli hastalıklara karşı (Akıl hastalıkları) koruyucu olarak kullanılmıştır. Kehribar tozu ile bal karışımının boğaz, kulak ve göz rahatsızlıkları için, suyla içilen kehribar tozunun ise mide hastalıklarına iyi geldiği düşünülmekteydi. Türk bilim adamı İbni Sina, kehribarı bir çok hastalığa ilaç olarak niteliyordu. Doğu ülkelerindeki inanışa göre, kehribar dumanı ruhu güçlendiriyor ve cesaret veriyordu.
Çin’de, succinic asit ve haÅŸhaÅŸdan yapılan ÅŸurup sakinleÅŸtirici ve aÄŸrı kesici olarak kullanılıyordu. Orta ÇaÄŸ’da, sarılığın iyileÅŸtirilmesi için kehribar taneleri taşınırdı. Vücut zayıflığına ve cildin saÄŸlıksız rengine bu sarı taşın sihirli güçlerinin engel olacağına inanılıyordu. DoÄŸumu çabuklaÅŸtırdığı, yılan ısırmalarına, diÅŸ aÄŸrısına, romatizmaya çare olduÄŸu düşünülüyordu. Oleum Succini (Kehribar yağı), balsamum succini (Kehribar balzamı), extractum succini (Kehribar ekstresi) o dönemlerde reçetelerde sık sık kullanılmıştır. Prusyalılarda böbrek taşı rahatsızlıkları için kehribar reçetelerini kullanmışlardır.
Litvanya’da ölen kiÅŸinin ardından kehribar tütsü yakılarak, ÅŸeytani ruhların bedenden uzaklaÅŸmasına ve iyi ruhların çaÄŸrılmasına çalışılırdı. Yeni doÄŸan bebeklerin ise tütsülenerek hızlı büyüyüp yetiÅŸmesine, yeni evlilerin ise mutlu yaÅŸayıp, savaÅŸa giden erkeklerin zaferle dönmelerinin saÄŸlanmasına çalışılırdı. I. Dünya Savaşı’na kadar kehribar hala bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktaydı. Votka ve kehribar parçalarından yapılan karışımın erkeklerde cinsel gücü arttırdığına inanılıyordu. II. Dünya Savaşı’na kadar, özellikle Almanya’da kehribar tesbihler bebeklerin üzerine konularak, diÅŸlerinin acısız ve güçlü çıkması saÄŸlanmaya çalışılırdı. Bugün Litvanya’da hala birçok kadın, parlatılmamış kehribardan yapılmış kolyelerle guatrdan korunmaya çalışırlar.[4]
kaynak:wikipedia
ÇOK ÖZEL EL YAPIMI YÜZÜĞÜMÜZ ARKA KISMINDA BİLE  ÖZEL İŞÇİLİK VAR YAN KISIMLARI OSMANLI TUĞRASI İLE BEZENMİŞ.
21 GR
HAS SARI KEHRİBAR TAŞI ELİNİZİ SÜRTÜĞÜNÜZDE MİS GİBİ ÇAM KOKUSU GELİYOR
AĞIR BİR YÜZÜK ALAN KİŞİ HAYRINI GÖRSÜN
KEHRİBAR ESKİ ZAMANLARDA İNSANLARIN BEREKET AMAÇLIDA KULLANDIKLARI TAŞLARDAN BİRİDİR.
GÜMÜŞÜ 1.KALİTEDEDİR.TAÅžI GÜMÜŞTEN DAHA KIYMETLİDİR…..
Kehribar. Çamgiller (Pinaceae) familyasından, bir çam türü olan Pinus succinifera aÄŸaçlarının fosilleÅŸmiÅŸ reçinesi. Toplumlarda bazı süs eÅŸya yapımında kullanılan açık sarıdan kızıla kadar çeÅŸitli renklerde yarı saydam, kolay kırılabilen ve bir yere gömüldüğü zaman ufak cisimleri kendine çekme özelliÄŸi kazanan bir fosildir. Baltık Denizi’nden (Polonya) çıkarılan kehribar, yüzyıllardan beri kadınların süs eÅŸyalarından en gözde sayılan taÅŸlardan biri olarak benimsenmiÅŸtir. Parlaklık ve renk açısından onu hiçbir saydam taÅŸ ile kıyaslamak mümkün deÄŸildir. Kehribara yapışan fosilleÅŸmiÅŸ böcekler, yabani bitkilerin fazla oluÅŸu, diÄŸer taÅŸlarda görülmeyen önemli özelliklerdendir.
Avrupa’da kehribar yatakları en çok Ukrayna, Romanya, İsveç, İngiltere, Hollanda ve Sicilya’da görülmektedir. Kehribar ortalama 25 ile 40 m arasında deÄŸiÅŸen bir derinlikte ve eski devirlerde meydana gelen denizaltı çökeltilerinin iki tabakası arasında damarlar ÅŸeklinde bulunmaktadır. Buna mavi toprak denilmektedir. Bu kehribarın ikinci vatanıdır. Birinci vatanı ise bugünkü İskandinav ve Polonya Baltık
Denizi’nin büyük bir kısmını içine alan sahalardır. Buralarda bir zamanlar büyük ormanların bulunduÄŸu tahmin edilmektedir. Kıtalar arasındaki büyük deÄŸiÅŸikliklerin sonucunda bu bölgeler sular altında kalmış ve uzun seneler sonucu toplanan çam sakızı kütleleri deniz suyuyla sürüklenip gitmiÅŸti. Bunlar üzerine kum ve çakıl taÅŸlarının kaplanması ile mavi toprak olarak bilinen tabaka hasıl olmuÅŸtur. Yapılan tetkikler sonucunda ilim adamlarının verdikleri kararlardır.
Çok beğenilen bu süs eşyası yanında, kullanılan taşın içindeki böcek, yaprak ve çiçek kalıntıları hiçbir zaman bozulmayacak şekilde mumyalanmıştır. Bunlar eski devirler hakkında aydınlatıcı bilgilerin edinilmesine yardımcı olmaktadır. Kehribarda deterpenik reçine asitleri, rezenler ve biraz uçucu yağ bulunur.
Kehribardan çeÅŸitli kadın eÅŸyaları yanında, tesbih ve ağızlık da yapılmaktadır. Eskiden uyarıcı ve antispazmodik olarak da kullanılırdı. Bugün ilaç olarak da kullanılmaktadır. Türkiye’de kehribar genellikle gösteriÅŸli tesbih yapımında kullanılmaktadır.
Fiziksel ve kimyasal özellikleri
Kehribarın tüm özellikleri, yaşına, gömülme şartlarına ve reçine salgılayan ağacın türüne bağlı olarak değişiklik göstermektedir.
Kehribar amorf (şekilsiz ) olup, saydam, yarı saydam veya opak olabilir. Sedimentler içinde genellikle düzensiz topak, nodül (yumru ), sarkıt veya damlacık şeklinde bulunur. Kehribar bir mineral olmadığından sabit bir kimyasal formulü yoktur. Ancak C10 I H16 I O4 şeklinde bir kompozisyon verilebilir. Yapısındaki ana elementler olan C%67-87, H%8.5-11, O%15, S%0-0.46 oranlarında olabilir. Özgül ağırlığı 1.05-1.30 g/cm3 tür. Tamamen saydam Kehribarın özgül ağırlığı 1.1 g/cm3 tür. Beyaz renklisinin özg. Ağ.ı 0.90-0.96 gr/cm3 tür ki özgül ağırlığı 1 olan saf suda yüzebilir. Kehribar %10 oranında tuz bulunduran suda yüzecek kadar hafiftir.[1]
SertliÄŸi Mohs sertlik cetveline göre 2.5-3 deÄŸerindedir. Kehribarın sertliÄŸi, özgül ağırlığı ve kimyasal formulü bulunduÄŸu jeolojik koÅŸullara baÄŸlı olarak lokasyondan lokasyona küçük farklılıklar gösterebilir. Sertlik Baltık bölgesinde 2-2.5, Dominik’te 1-2 olup Burma (Myanmar)’da 3 civarındadır. Yapısında sıkça bulunabilen succinic asitin formulü ise COOH(H2)2COOH15 ÅŸeklindedir.
Turuncu, sarı, kırmızı, kahverengi, konyak rengi, bal rengi, altın rengi, kemik rengi, siyah, renksiz, mavi ve yeşil renklerde bulunabilir. Kehribarın 256 farklı renk tonu katalog haline getirilmiştir.[2]
Kehribar hafifçe ısıtılırsa reçine kokusu duyulur, 150 °C’ye kadar ısıtılırsa yumuÅŸar, 375 °C civarında ise parlak, dumanlı bir alevle, hoÅŸ bir çam reçinesi kokusu çıkararak yanar. Milattan önce 600’lü yıllarda Milet’li Thales kehribarın yünlü kumaÅŸ, post gibi yüzeylere sürtüldüğünde kıvılcım çıkarttığını görmüş, sonra onun saç teli, saman, odun kıymığı gibi hafif maddeleri kendine çektiÄŸini gözlemiÅŸtir. Bu özellik 2000 yıl gizemini korumuÅŸ ancak 1600’lerde Dr. William Gilbert kehribarın manyetik özelliÄŸini araÅŸtırmış ve eski Yunan’da kehribarın ismi olan Elektrondan esinlenerek elektrik sözcüğünü ilk kullanan bilim adamı olmuÅŸtur.[3]
Tıp’ta ve diÄŸer alanlarda kullanımı
Eskiden tıpta şöhrete ve epeyce kullanım alanına sahip olan amber bugün bu amaçla kullanılmaz. Geçmişte saflaştırılmış amber yağı isteri ve boğmacada kullanılmıştır. Aynı zamanda ilkçağdan bu yana güzel koku imalatında da kullanılmıştır. Amber, Anadoluda da yaygın olarak kullanılmaktadır. Amber mürekkeb imalatında da kullanılmaktadır. Kehribar olarak da bilinmekte ve takı yapımında sıklıkla kullanılmaktadır.
Antik Romada çeşitli hastalıklara karşı (Akıl hastalıkları) koruyucu olarak kullanılmıştır. Kehribar tozu ile bal karışımının boğaz, kulak ve göz rahatsızlıkları için, suyla içilen kehribar tozunun ise mide hastalıklarına iyi geldiği düşünülmekteydi. Türk bilim adamı İbni Sina, kehribarı bir çok hastalığa ilaç olarak niteliyordu. Doğu ülkelerindeki inanışa göre, kehribar dumanı ruhu güçlendiriyor ve cesaret veriyordu.
Çin’de, succinic asit ve haÅŸhaÅŸdan yapılan ÅŸurup sakinleÅŸtirici ve aÄŸrı kesici olarak kullanılıyordu. Orta ÇaÄŸ’da, sarılığın iyileÅŸtirilmesi için kehribar taneleri taşınırdı. Vücut zayıflığına ve cildin saÄŸlıksız rengine bu sarı taşın sihirli güçlerinin engel olacağına inanılıyordu. DoÄŸumu çabuklaÅŸtırdığı, yılan ısırmalarına, diÅŸ aÄŸrısına, romatizmaya çare olduÄŸu düşünülüyordu. Oleum Succini (Kehribar yağı), balsamum succini (Kehribar balzamı), extractum succini (Kehribar ekstresi) o dönemlerde reçetelerde sık sık kullanılmıştır. Prusyalılarda böbrek taşı rahatsızlıkları için kehribar reçetelerini kullanmışlardır.
Litvanya’da ölen kiÅŸinin ardından kehribar tütsü yakılarak, ÅŸeytani ruhların bedenden uzaklaÅŸmasına ve iyi ruhların çaÄŸrılmasına çalışılırdı. Yeni doÄŸan bebeklerin ise tütsülenerek hızlı büyüyüp yetiÅŸmesine, yeni evlilerin ise mutlu yaÅŸayıp, savaÅŸa giden erkeklerin zaferle dönmelerinin saÄŸlanmasına çalışılırdı. I. Dünya Savaşı’na kadar kehribar hala bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktaydı. Votka ve kehribar parçalarından yapılan karışımın erkeklerde cinsel gücü arttırdığına inanılıyordu. II. Dünya Savaşı’na kadar, özellikle Almanya’da kehribar tesbihler bebeklerin üzerine konularak, diÅŸlerinin acısız ve güçlü çıkması saÄŸlanmaya çalışılırdı. Bugün Litvanya’da hala birçok kadın, parlatılmamış kehribardan yapılmış kolyelerle guatrdan korunmaya çalışırlar.[4]
kaynak:wikipedia