Kur’ân’ ın insanlara gönderilmesinin temel bir sebebi de hiç kuÅŸkusuz psikolojik (ruhsal) hastalıklara ÅŸifa olmasıdır. Bu nitelik Kur’ân’ ın bir çok âyetlerinde ifade edilmektedir.
Kur’ân’ ın indiÄŸi Arap toplumu, insanlık tarihi açısından vahÅŸet ve cehâletin yaÅŸandığı karanlık bir dönemdir. Her türlü zulüm, ahlâksızlık fitne ve fesadın çokça boy gösterdiÄŸi böyle bir dönemde, insanlar çaresizlikten tükenip çıkmaza girmiÅŸ, stres, bunalım, buhran ve ızdıraplar içerisinde yuvarlanıp yok olmakta iken, Kur’ân’ ın aydınlık nuru, peyder pey yansıyarak herkesi kuÅŸatmaya baÅŸlamıştır. Kısa bir zaman içerisinde o vahÅŸi ve kaba insanlar, Kur’ân’ın nuruyla en medenî milletlere medeniyet dersinde muallimlik vazifesini üstlenmiÅŸlerdir.
Kur’ân, Arapların nefislerinde büyük bir etki oluÅŸturmuÅŸtur. Onların ÅŸahsiyetlerini, ahlâklarını, davranışlarını ve yaÅŸamlarının stilini bütünüyle deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Onlardan idealist, örnek ÅŸahsiyet ve öz deÄŸerlerine sahip yüksek seciyeli, birbirlerine karşı vahdet ve disiplin oluÅŸturan, birbirlerine destek saÄŸlayan bir toplum vücûda getirmiÅŸ ve bu toplum, o zamanlarda iki büyük süper güç olan Rum ve Farslıları bozguna uÄŸratmış, dünyanın bir çok bölgesini istila ederek oralarda İslam’ın yayılmasını saÄŸlamıştır.
Modern toplumların fertlerinin iyi bir vatandaş olmalarını sağlamak gayesiyle gelişim, öğrenim ve rehberlikleri için eğitim ve öğretim sahalarında harcadıkları büyük gayretlere rağmen, iyi bir vatandaş olma hususundaki bu gayretler arzu edilecek ölçüde bir netice vermemiştir. Bütün bu toplumlardaki yaygın bir şekilde işlenen suç ve sapıklıklar, çağdaş terbiye metodlarının başarısızlıklarını ve iyi vatandaş yetiştirmedeki çaresizliklerinin bir göstergesi olmaktadır.
Kişilik sorunu olup ruhsal bakımdan rahatsız fertlerin tedavileri hususunda psikoterapide büyük çabalar sarf edilmiş, bu sahada çeşitli metodlar ortaya atılmış, ancak bütün bu çalışmaların ruhsal hastalıkları nihayete erdirme veya tamamen bunlardan kurtulma hususunda arzu edilen başarıyı gerçekleştirememiştir. Bazı etüdler psikanalitik yolla ruhsal tedavi görenlerin yaklaşık olarak %60- %64 oranında iyileştiğini ortaya koymuştur. Bu orandaki bir iyileşme herhangi bir psikoterapik tedavi görmeden ruhsal hastaların kendi kendilerine hastalıklarından %44-%66 arasındaki bir oranda kurtulduklarını göz önüne aldığımızda, bunun arzu edilen bir oran olmadığını görürüz. Buna psikoterapik tedavi gördükten sonra durumları tekrar kötüleşen bir takım hastaları da ilave etmek lazımdır. Başka etüdlerde herhangi bir psikoterapik tedavi imkanı bulamayan kapalı toplumlardaki ruhsal rahatsızlığı olan hastaların iyileşmesinin psikoterapik tedavi görerek iyileşen fertlere eşit olduğunu ortaya koymuştur. Aynı şekilde etüdler, psikolojik bakımdan tedavi olan hastalarının bir kısmının sonradan daha da kötüye gittiğini ortaya koymuştur.
Günümüz modern dünyasında: çocuk ishali, verem, difteri, tifo gibi hastalıklar ortadan kalkarken ve ölümde azalırken, akıl hastalıklarının sayısı artıyor. Bazı memleketlerde tımarhanelerde göz altında bulundurulan delilerin sayısı hastanelerdeki bütün öteki hastaların sayısını aşıyor. Deliliğin yanı sıra sinir dengesizliği de çoğalıyor. Bu bireylerin mutsuzluluğunda, aile ocaklarının yıkılmasında en etkili unsurlardan biridir. Belki bu ruh bozukluğu medeniyet için tıbbın özellikle meşgul olduğu mikroplu hastalıklardan daha tehlikelidir.
Son zamanlardaki tüm bu olumsuz gelişmeler ve üzücü tabloların sayısı artarken, diğer yandan da ümit verici bir takım araştırmaların sonucu herkesi ibrete ve dikkate davet etmektedir. Çünkü bir kısım psikolog ve psikiyatristler arasında yeni yeni ruhsal sağlık ve ruhsal hastalıkların tedavisinde dinîn önemini vurgulayan bazı görüşlerin ortaya çıktığını müşâhede etmekteyiz.
Yapılan araÅŸtırmalar da, Allah’a iman da harika bir güç olduÄŸu ve dindar insana yaÅŸamın zorluklarını göğüslemede ruhsal büyük bir aktivite verdiÄŸi, maddenin ön planda tutulduÄŸu, maddi kazanç yüzünden kendisini dehÅŸetli yarışların peÅŸinde sürüklediÄŸi bu modern çaÄŸda yaÅŸayan bir çok insanın muzdarip olduÄŸu stresten sakındırdığı tespit edilmiÅŸtir.ÇaÄŸdaÅŸ insana buhran ve gerginliÄŸi yaÅŸatan, onu strese iten, psikolojik rahatsızlığa sürükleyen bir çok nedenden dolayı, insan her zaman ruhsal bir gıdaya muhtaçtır.
Buna çaÄŸrıda bulunan çaÄŸdaÅŸ Amerikalı filizof ve psikolog William James bu konuda ÅŸunları söylemektedir: “Stresin en büyük tedavisi şüphesiz imandır.” Aynı ÅŸekilde ” İman, kiÅŸinin yaÅŸamasına yardımcı olmak üzere kendisine çokça lazım olan bir güç kaynağıdır, onun kaybedilmesi yaÅŸamın zorluklarına karşı direnç gücünü kaybetmektir.” Yine ” Bizimle Allah arasında kopmayacak bir baÄŸ vardır. Biz nefislerimizin onun yücelmesi hususunda kullanırsak bütün ideal ve emellerimiz gerçekleÅŸecektir.” Ayrıca ” Okyanusun ıslık çalan devirici dalgaları, onun derinliÄŸindeki dinginliÄŸi bozmuyor emniyetini sarsmıyorsa Allah’a imanı köklü olan kiÅŸi de sathî ve süreli deÄŸiÅŸiklikler onun ruh dinginliÄŸini sarsamaz. Dindar kiÅŸi strese karşı dayanıklıdır, dengesini devamlı korur. Zamanın getirmesi muhtemel ÅŸartlarına karşı koymaya hazırlıklıdır.
Bir psikanalist olan Carl G. Jung ise ÅŸunları söylemektedir: ” GeçmiÅŸ otuz sene zarfında modern dünyanın çeÅŸitli uluslarından bazı ÅŸahıslarla görüşmem vaki oldu. Yüzlerce hastayı tedavi ettim. Ömrünün ikincisini yaÅŸayan yani otuz beÅŸ yaşını geçmiÅŸ, yaÅŸamında temelde dinî görüşe ihtiyaç problemi olmayan hiç bir hasta görmedim. Åžunu söyleyebilirim: bunlardan her biri her asırda yaÅŸayan dinlerin kendi müntesiplerine vermiÅŸ oldukları ÅŸeyi kaybetmiÅŸ olma nedeniyle hastalığın pençesine düşmüş ve bunların gerçek ÅŸifaları, ancak yaÅŸamda dinsel görüşüne dönmeleriyle mümkün olmuÅŸtur.
Amerikalı psikolog Henry Link, imana dönüşifadesine tekabül eden ve Arapça’ya ” el-Avdetu ile’l İman ” ÅŸeklinde tercüme edilen kitabında, meslek seçimi ve meslek rehberliÄŸi iÅŸinde çalışan işçiler üzerinde uzun uzadıya tatbik ettiÄŸi psikolojik testlerden, dindar ve ibadet görevini yerinegetiren ÅŸahısların hiç bir dinî olmayan veya herhangi bir ibadet görevini yapmayan ÅŸahıslardan daha güçlü ve üstün bir ÅŸahsiyet performansına sahip oldukları sonucunu elde etmiÅŸtir.Â
Buna ilave olarak psikolog ve psikiyatristler ile son dönemin bir çok batılı düşünürü çağdaş insanın sorununun; temelde insanın dinî ve ruhsal değerlere olan ihtiyacından kaynaklandığına işaret etmişlerdir. Tarihçi A. Toynbee, son asırda Avrupalıların sorunları esasında ruhsal ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Bu kendilerine musallat olup sıkıntı çekmelerine neden olan bölünmenin yegane tedavisi, dine dönüştür demektedir.
İman hakikatleri, insan nefsinde olumlu etkiler uyandırmaktadır. Söz konusu, kişinin kendisine karşı güveninin artmasını sağlamakta, sabır ve yaşamın zorluklarına karşı mukavemetini arttırmakta , nefsinde güven ve dinginlik meydana getirmekte, düşünce rahatlığının ortaya çıkmasını sağlamakta ve insana mutluluk hissini vermektedir.
Kur’ân’ ın insanlara gönderilmesinin temel bir sebebi de hiç kuÅŸkusuz psikolojik (ruhsal) hastalıklara ÅŸifa olmasıdır. Bu nitelik Kur’ân’ ın bir çok âyetlerinde ifade edilmektedir.
Kur’ân’ ın indiÄŸi Arap toplumu, insanlık tarihi açısından vahÅŸet ve cehâletin yaÅŸandığı karanlık bir dönemdir. Her türlü zulüm, ahlâksızlık fitne ve fesadın çokça boy gösterdiÄŸi böyle bir dönemde, insanlar çaresizlikten tükenip çıkmaza girmiÅŸ, stres, bunalım, buhran ve ızdıraplar içerisinde yuvarlanıp yok olmakta iken, Kur’ân’ ın aydınlık nuru, peyder pey yansıyarak herkesi kuÅŸatmaya baÅŸlamıştır. Kısa bir zaman içerisinde o vahÅŸi ve kaba insanlar, Kur’ân’ın nuruyla en medenî milletlere medeniyet dersinde muallimlik vazifesini üstlenmiÅŸlerdir.
Kur’ân, Arapların nefislerinde büyük bir etki oluÅŸturmuÅŸtur. Onların ÅŸahsiyetlerini, ahlâklarını, davranışlarını ve yaÅŸamlarının stilini bütünüyle deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Onlardan idealist, örnek ÅŸahsiyet ve öz deÄŸerlerine sahip yüksek seciyeli, birbirlerine karşı vahdet ve disiplin oluÅŸturan, birbirlerine destek saÄŸlayan bir toplum vücûda getirmiÅŸ ve bu toplum, o zamanlarda iki büyük süper güç olan Rum ve Farslıları bozguna uÄŸratmış, dünyanın bir çok bölgesini istila ederek oralarda İslam’ın yayılmasını saÄŸlamıştır.
Modern toplumların fertlerinin iyi bir vatandaş olmalarını sağlamak gayesiyle gelişim, öğrenim ve rehberlikleri için eğitim ve öğretim sahalarında harcadıkları büyük gayretlere rağmen, iyi bir vatandaş olma hususundaki bu gayretler arzu edilecek ölçüde bir netice vermemiştir. Bütün bu toplumlardaki yaygın bir şekilde işlenen suç ve sapıklıklar, çağdaş terbiye metodlarının başarısızlıklarını ve iyi vatandaş yetiştirmedeki çaresizliklerinin bir göstergesi olmaktadır.
Kişilik sorunu olup ruhsal bakımdan rahatsız fertlerin tedavileri hususunda psikoterapide büyük çabalar sarf edilmiş, bu sahada çeşitli metodlar ortaya atılmış, ancak bütün bu çalışmaların ruhsal hastalıkları nihayete erdirme veya tamamen bunlardan kurtulma hususunda arzu edilen başarıyı gerçekleştirememiştir. Bazı etüdler psikanalitik yolla ruhsal tedavi görenlerin yaklaşık olarak %60- %64 oranında iyileştiğini ortaya koymuştur. Bu orandaki bir iyileşme herhangi bir psikoterapik tedavi görmeden ruhsal hastaların kendi kendilerine hastalıklarından %44-%66 arasındaki bir oranda kurtulduklarını göz önüne aldığımızda, bunun arzu edilen bir oran olmadığını görürüz. Buna psikoterapik tedavi gördükten sonra durumları tekrar kötüleşen bir takım hastaları da ilave etmek lazımdır. Başka etüdlerde herhangi bir psikoterapik tedavi imkanı bulamayan kapalı toplumlardaki ruhsal rahatsızlığı olan hastaların iyileşmesinin psikoterapik tedavi görerek iyileşen fertlere eşit olduğunu ortaya koymuştur. Aynı şekilde etüdler, psikolojik bakımdan tedavi olan hastalarının bir kısmının sonradan daha da kötüye gittiğini ortaya koymuştur.
Günümüz modern dünyasında: çocuk ishali, verem, difteri, tifo gibi hastalıklar ortadan kalkarken ve ölümde azalırken, akıl hastalıklarının sayısı artıyor. Bazı memleketlerde tımarhanelerde göz altında bulundurulan delilerin sayısı hastanelerdeki bütün öteki hastaların sayısını aşıyor. Deliliğin yanı sıra sinir dengesizliği de çoğalıyor. Bu bireylerin mutsuzluluğunda, aile ocaklarının yıkılmasında en etkili unsurlardan biridir. Belki bu ruh bozukluğu medeniyet için tıbbın özellikle meşgul olduğu mikroplu hastalıklardan daha tehlikelidir.
Son zamanlardaki tüm bu olumsuz gelişmeler ve üzücü tabloların sayısı artarken, diğer yandan da ümit verici bir takım araştırmaların sonucu herkesi ibrete ve dikkate davet etmektedir. Çünkü bir kısım psikolog ve psikiyatristler arasında yeni yeni ruhsal sağlık ve ruhsal hastalıkların tedavisinde dinîn önemini vurgulayan bazı görüşlerin ortaya çıktığını müşâhede etmekteyiz.
Yapılan araÅŸtırmalar da, Allah’a iman da harika bir güç olduÄŸu ve dindar insana yaÅŸamın zorluklarını göğüslemede ruhsal büyük bir aktivite verdiÄŸi, maddenin ön planda tutulduÄŸu, maddi kazanç yüzünden kendisini dehÅŸetli yarışların peÅŸinde sürüklediÄŸi bu modern çaÄŸda yaÅŸayan bir çok insanın muzdarip olduÄŸu stresten sakındırdığı tespit edilmiÅŸtir.ÇaÄŸdaÅŸ insana buhran ve gerginliÄŸi yaÅŸatan, onu strese iten, psikolojik rahatsızlığa sürükleyen bir çok nedenden dolayı, insan her zaman ruhsal bir gıdaya muhtaçtır.
Buna çaÄŸrıda bulunan çaÄŸdaÅŸ Amerikalı filizof ve psikolog William James bu konuda ÅŸunları söylemektedir: “Stresin en büyük tedavisi şüphesiz imandır.” Aynı ÅŸekilde ” İman, kiÅŸinin yaÅŸamasına yardımcı olmak üzere kendisine çokça lazım olan bir güç kaynağıdır, onun kaybedilmesi yaÅŸamın zorluklarına karşı direnç gücünü kaybetmektir.” Yine ” Bizimle Allah arasında kopmayacak bir baÄŸ vardır. Biz nefislerimizin onun yücelmesi hususunda kullanırsak bütün ideal ve emellerimiz gerçekleÅŸecektir.” Ayrıca ” Okyanusun ıslık çalan devirici dalgaları, onun derinliÄŸindeki dinginliÄŸi bozmuyor emniyetini sarsmıyorsa Allah’a imanı köklü olan kiÅŸi de sathî ve süreli deÄŸiÅŸiklikler onun ruh dinginliÄŸini sarsamaz. Dindar kiÅŸi strese karşı dayanıklıdır, dengesini devamlı korur. Zamanın getirmesi muhtemel ÅŸartlarına karşı koymaya hazırlıklıdır.
Bir psikanalist olan Carl G. Jung ise ÅŸunları söylemektedir: ” GeçmiÅŸ otuz sene zarfında modern dünyanın çeÅŸitli uluslarından bazı ÅŸahıslarla görüşmem vaki oldu. Yüzlerce hastayı tedavi ettim. Ömrünün ikincisini yaÅŸayan yani otuz beÅŸ yaşını geçmiÅŸ, yaÅŸamında temelde dinî görüşe ihtiyaç problemi olmayan hiç bir hasta görmedim. Åžunu söyleyebilirim: bunlardan her biri her asırda yaÅŸayan dinlerin kendi müntesiplerine vermiÅŸ oldukları ÅŸeyi kaybetmiÅŸ olma nedeniyle hastalığın pençesine düşmüş ve bunların gerçek ÅŸifaları, ancak yaÅŸamda dinsel görüşüne dönmeleriyle mümkün olmuÅŸtur.
Amerikalı psikolog Henry Link, imana dönüşifadesine tekabül eden ve Arapça’ya ” el-Avdetu ile’l İman ” ÅŸeklinde tercüme edilen kitabında, meslek seçimi ve meslek rehberliÄŸi iÅŸinde çalışan işçiler üzerinde uzun uzadıya tatbik ettiÄŸi psikolojik testlerden, dindar ve ibadet görevini yerinegetiren ÅŸahısların hiç bir dinî olmayan veya herhangi bir ibadet görevini yapmayan ÅŸahıslardan daha güçlü ve üstün bir ÅŸahsiyet performansına sahip oldukları sonucunu elde etmiÅŸtir.Â
Buna ilave olarak psikolog ve psikiyatristler ile son dönemin bir çok batılı düşünürü çağdaş insanın sorununun; temelde insanın dinî ve ruhsal değerlere olan ihtiyacından kaynaklandığına işaret etmişlerdir. Tarihçi A. Toynbee, son asırda Avrupalıların sorunları esasında ruhsal ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Bu kendilerine musallat olup sıkıntı çekmelerine neden olan bölünmenin yegane tedavisi, dine dönüştür demektedir.
İman hakikatleri, insan nefsinde olumlu etkiler uyandırmaktadır. Söz konusu, kişinin kendisine karşı güveninin artmasını sağlamakta, sabır ve yaşamın zorluklarına karşı mukavemetini arttırmakta , nefsinde güven ve dinginlik meydana getirmekte, düşünce rahatlığının ortaya çıkmasını sağlamakta ve insana mutluluk hissini vermektedir.